İÇ DENETİM []
Hıristiyanlıkta şirk en büyük günahtır. “Birinci emir şirki yasaklar. Allah’tan başka ilahlara inanmak ve Tek ilahtan başka ilaha saygı göstermek yasaktır. Putları reddetmek gerekir[].
İncil’de şöyle geçer:
“Dinle ey İsrail, Allah’ımız Rab, bir olan Rab’dir”. (İncil, Markos 12/29)
“Tanrın olan Rabb’e secde et ve yalnız ona kul ol.” (İncil/Luka 4:
İncil, Allah’ın İsa aleyhisselama indirdiği kitaptır. Ama bugünkü İncil’in büyük bölümü Pavlus’un, bir kısım havarilerin ve kimliği bilinmeyen kişilerin mektuplarından oluşur. Bu sebeple şirki reddeden İncil’e Allah’ın dışında tanrıların varlığını gösteren sözler eklenebilmiştir. Pavlus’un Korintililere 1. Mektubunda şu ifadeler geçer:
“Yerde ya da gökte ilah diye adlandırılanlar varsa da - nitekim birçok ilahlar ve rabler vardır - bizim için tek bir ilah; Baba vardır. O her şeyin kaynağıdır ve biz O'nun için yaşıyoruz. Tek bir Rab var, O da İsa Mesih'tir. Her şey O'nun aracılığıyla yaratıldı, biz de O'nun aracılığıyla yaşıyoruz.” (İncil / Korintililere 1. Mektubunda 8:5-6.)
Hristiyanlar, İsa’yı Rab edinmekle yetinmemiş, üç asır sonra Antakya’da başlayıp devam eden konsillerinde onun tanrı olduğuna karar vermişlerdir.
Elimizdeki İncil’e göre İsa çarmıha gerilip defnedildikten üç gün sonra kabrinden çıkmış, 11 havarisine görünmüş ve şöyle demiştir:
«Gökte ve yeryüzünde bütün yetki bana verildi. Bu nedenle gidin, bütün ulusları öğrencilerim olarak yetiştirin. Onları Baba, Oğul ve Kutsal Ruh’un adıyla vaftiz edin. Size buyurduğum her şeye uymayı onlara öğretin. İşte ben, dünyanın sonuna dek her an sizinle birlikteyim.» (Matta 28/18–20).
Böylece İsa’nın kilisede bulunduğu kabul edilerek kilise, gökte ve yeryüzünde bütün yetkiye sahip sayılmış ve Allah’ın yerine konmuştur. Allah’ın yerine konan elbette kilisenin binası değil, kilise ruhanileridir. Allah Teâlâ Kur`anda şöyle buyurur:
“Hahamlarını ve papazlarını, Allah ile kendi aralarında aracı rabler edindiler. Meryem oğlu Mesih’i de öyle. Oysa onlara verilen emir, sadece tek bir İlah’a kul olmaları idi. Ondan başka ilah yoktur. Allah, onların şirkinden uzaktır.” (Tevbe 9/31)
İncil’e yapılan eklemelerden birine göre İsa, 12 havarisinden bir kurul kurmuş, başına Petrus’u getirmiş ve ona şöyle demiştir:
“Göklerin egemenliğinin anahtarını sana vereceğim. Yeryüzünde bağlayacağın her şey göklerde de bağlanmış olacak. Yeryüzünde çözeceğin her şey, göklerde de çözülmüş olacak.” (Matta 16/19)
Bundan dolayı Kiliseye kabul edilecek veya kiliseden atılacak kişilerin Allah tarafından da kabul edileceğine veya atılacağına inanırlar. Kiliseyle barışma, Allah ile barışma sayılır[].
Onlara göre papazlar Allah’la ilgili konularda insanları temsil etmek için atanırlar.[]
Papaz, gerçeğin savunucusudur. Meleklerle birlikte olmakta, baş meleklerle hamd etmekte, mihrap üzerinde kurbanları sunmaktadır[].
“Yalnız Allah günahları bağışlar” derler ama kiliseyi Allah’ın yerine koydukları için ne kadar büyük olursa olsun Kilise’nin bütün günahları bağışlayabileceğine inanırlar[].
Artık Hristiyanlık, Allah’ın dini olmaktan çıkmıştır. Her bir kilise, kendi kilise babalarının yazdığı kitaplar etrafında kümelenip şirkin içinde boğulmuş haldedir. Her biri, Allah ile ilişkilerde kendi kiliselerinin görevli olduğunu iddia etmekte ve diğerlerini kâfirlikle suçlamaktadır. Allah ise bunların hepsini sapık saymaktadır. Allah Teâlâ şöyle buyurur:
“(Elçilerden) Sonra insanlar, bir takım kitapların etrafında kümeleşip din konusunda bölük bölük oldular. Her bölüğün, kendi yanındakine güveni tamdır. Onları, daldıkları hayalleri içinde bırak; bir süre böyle gitsin. Onlara mal ve oğullar vermemizi nasıl değerlendiriyorlar? Onlara mal kazandırmak için mi koşturuyoruz? Hayır; fark edemiyorlar.” (Müminûn 23/52-56)
Ayetindeki zübür (زبر) Zebur (زبور)’un çoğuludur; kitap anlamına gelir. Nitekim Şuarâ 196’da şöyle buyurulur: “وَإِنَّهُ لَفِي زُبُرِ الْأَوَّلِينَ= O Kur’ân, öncekilerin kitaplarında da vardır.”
Zebur, Davud aleyhisselama inen kitabın da adıdır. Dinlerini bölük bölük ayıranların kitaplarına zebur denmesi, onlara ilahi kitap havası verdiklerinden dolayı olmalıdır.
Ebu Saîd el-Hudrî’nin bildirdiğine göre Allah’ın Elçisi sallallahu aleyhi ve sellem şöyle demiştir:
“Sizden öncekilerin izlerini, kuşkusuz karış karış, arşın arşın takip edeceksiniz. Onlar bir kertenkele deliğine girseler, siz arkalarından gideceksiniz.
Dedik ki; “Yahudi ve Hıristiyanlar mı?”
-Ya kim olabilir? dedi[]”.
Kur’ân Allah’ın koruması altında olduğu için ona başka söz karıştırılamamıştır. Ancak âyetler, bağlantılarından koparılarak yanlış anlamlara çekilebilmiş ve bu yolla bazı yanlış kapılar açılmıştır. Sünnet de koruma altında olmadığından kötü niyetliler daha çok, hadis uydurma yoluna yönelmişlerdir.
Güzel bir atasözümüz vardır; “bir deli bir kuyuya bir taş atmış, kırk akıllı çıkaramamış” derler. Deli, kuyuya taşı, usulüne uygun atamayacağı için onu fark etmek kolaydır. Bir de taşı akıllı birinin attığını düşünün, o zaman kırk bin akıllı onun farkına bile varamaz. Hatta farkına varıldıktan sonra taşın orada olması gerektiğini savunanlar çıkar.
Ehl-i Kitapta olduğu gibi bizde de çok tahribat olmuştur. Tefsir, fıkıh, kelâm, tasavvuf ve ahlak kitaplarına, akıllı kimselerin karıştırdığı uydurma hadisler, bağlantılarından koparılmış âyetlerle yapılan yanlış yorumlar ve bunlarla oluşturulan inanç ve uygulamalar vardır.
Kendileri yanlışlar içinde yüzerken diğerlerini kâfirlikle suçlayan çok sayıda mezhep oluşmuştur. Kur’ân’a yönelmeden bu tahribatı gidermemiz imkânsızdır. Mezhepleri birbirine yaklaştırma yerine kendimizi Kur’ân’a yaklaştırmalıyız. Şu ayet, ehl-i kitap gibi bizi de ilgilendirmektedir.
"De ki: Ey ehl-i kitap, Tevrat’ı, İncil’i ve Rabbinizden size indirilmiş olanı tam yerine getirmedikçe bir temeliniz olamaz. Rabbinden Sana indirilen (Kur’an) onlardan çoğunun taşkınlığını ve küfrünü arttıracaktır. Artık o kâfirlere üzülme." (Mâide 5/68)
Kur’ân’a tam uymadıkça ehl-i kitabın da bizim de bir temelimiz olamaz. Sünnet Kur’ân’a tabidir; ondan bağımsız bir kaynak değildir. Allah Teâlâ Elçisi’ne şöyle buyurur:
“De ki: Ben sadece bana vahyolunana uyarım. Ben Rabbime karşı gelirsem, büyük günün azabından korkarım.” (Yunus 10/15)
Peygamberimiz de sadece Kur’ân’a tabi olduğundan Kur’ân’a dayanmalıyız. Peygamberimizi örnek almalı; her konuyu, Kur’ân ve Sünnet bütünlüğü içinde incelemeliyiz. Allah Teâlâ şöyle buyurur:
“Sizin için; Allah'a ve Ahiret gününe umut bağlayan ve Allah'ı çok anan herkes için Allah’ın Elçisi’nde güzel örnek vardır.” (Ahzab 33/21)
Toplantının konusu olan takrib-i mezahib ismi ayrılığın ilanı gibidir. Takrib-i mezahibe değil, tevhide; Kur’ân etrafından bütünleşmeye ihtiyacımız vardır. Geçmişin hesabını Allah’a bırakmalıyız. Ne dersek diyelim, Allah onlarla ilgili kararını değiştirmeyecektir. Biz Kur’ân’a sarılmalı ve ileriye bakmalıyız. Yoksa şu ayetlerin hükmü altına girmekten kurtulamayız:
“Dinlerini bölük bölük ayırıp her biri ayrı bir cemaat olanlar var ya, sen hiçbir konuda onlardan değilsin. Onların işi Allah’a kalmıştır. Sonra onların yaptıkları kendilerine bildirilecektir.” (En’am 6/159)
"İnanmış kimseler için Allah'ı gönülden hatırlama ve ondan inen gerçeğe içten bağlanma zamanı hâlâ gelmedi mi? Sakın daha önce kendilerine Kitap verilenler gibi olmasınlar. Onların üzerinden uzun zaman geçmişti de kalpleri katılaşmıştı. Onlardan çoğu yoldan çıkmış durumdadır." (Hadid 57/16)
Konuşmamı şu ayetle bitirmek isterim:
"Allah uğrunda, onun doğru saydığı cihad ile cihad edin. Sizi o seçti. Bu dinde size bir zorluk yüklemedi. Babanız İbrahim’in dini gibi. Allah bundan önce olduğu gibi bunda da sizi müslümanlar diye adlandırdı. O Resul size örnek olsun, siz de insanlara örnekler olun diye. Namazı kılın, zekâtı verin ve Allaha sıkı sarılın. O sizin mevlânızdır; ne güzel mevlâ, ne güzel yardımcıdır." (Hacc 22/78)
Allah bu ayette bize müslüman adını vermiştir. Bu adın yanına hiçbir adın eklenmesini kabul edemeyiz. Biz müslümanız, yalnızca müslüman.
--------------------------------------------------------------------------