Kendisine vahiy geldiğini iddia etmek
"Allah'a karşı yalan uydurup iftira düzenden veya kendisine hiçbir şey vahyolunmamışken 'Bana da vahiy geldi!' diyen ve Allah'ın indirdiğinin bir benzerini de ben indireceğim!' diyenden daha zalim kimdir?" (En'am, 93)
Kutlu tevhid önderlerinin, mesajlarını tebliğ ederken karşılaştıkları en önemli problemlerden biri, kendilerine de vahiy geldiğini iddia eden yalancılarla uğraşmak olmuştur. Yalnız bu yalancılık, peygamberlerin kendi dönemleriyle sınırlı kalmamış, onların ahirete irtihali ile beraber, onların mesajlarının takipçilerinin de uğraşmak durumunda kaldıkları bir problem olmuştur. Kendisine vahiy geldiği iddiası değişik inanç ve ideoloji sahipleri içinden çıktığı gibi, çoğu kere de peygamberlerin getirdiği mesaja inanmış görünenler arasından çıkmaktadır.
Üzerinde durarak ifade etmek gerekir ki, kendisine hiçbir şey indirilmemişken, vahiy iddiasında bulunmak, oldukça cüretkar bir davranıştır. Bu her zaman doğrudan doğruya ortaya atılan bir iddia olmamaktadır. Oldukça sofistik söylemlerle bu iddialar ileri sürülmektedir. Özellikle de bu iddialar daha çok irfan geleneğine ya da tasavvuf geleneğine mensup şahıslar tarafından, bu geleneklerin çeşitli kavramları kullanılarak yapılmaktadır.
Hz. Peygamber'e vahyolunmuş arı-duru mesaja rağmen kendi zihni mahsullerine vahyin değişik bir kategorisi süsü vermek, imana karıştırılmış büyük bir zulüm örneğidir.
Vahyin muhtevasının değişimini istemek
"Onlara ayetlerimiz apaçık belgeler olarak okunduğunda, bizimle karşılaşmayı ummayanlar derler ki: 'Bundan başka bir Kur'an getir veya onu değiştir.' De ki: Benim onu kendi nefsimin bir öngörmesi olarak değiştirmek benim için olacak şey değildir. Ben, yalnızca bana vahyolunana uyarım. Eğer Rabbime isyan edersem, gerçekten ben, büyük günün azabından korkarım." (Yunus, 15)
İnsan nefsine ağır gelen, kendisine sorumluluk yükleyen birtakım olgu ve olaylarla karşılaştığı zaman ya bunu inkar yolunu seçer ya da asıl mecrasından saptırarak, kendi durumunu meşrulaştıracak yolları arar.
Modernitenin temel varsayımları ile şekillenmiş günümüz dünyasında, Kur'an mesajının bazı unsurları, geri kalmışlıkla, yetersizlikle, modern dünya sorunlarına cevap üretememekle, fazla ağır olmakla (özellikle de ahkam ayetleri, cezai müeyyideler vb.) itham edilerek, ya inkar yolu seçilmekte ya da modern dünyanın değişim parametrelerine göre bazı ayetlerin hükümsüz kalması gerektiği dillendirilmektedir.
Kur'an'ın modern dünyanın ihtiyaçlarına cevap üretemediği iddiası sadece münkirler tarafından yapılmamaktadır. Birtakım ilahiyatçı, hukukçu, politikacı, siyaset bilimcisi Kur'an'ın coğrafi şartların etkisinde oluştuğunu, bazı ayetlerinin zaman ve mekanla kayıtlı olduğunu (Elbette zaman ve mekan faktörlerini belirleyici kılmadan, yardımcı unsurlar olarak ele alıp yorumlamak farklı bir şeydir.) söyleyebilmektedirler. Maalesef bunu yapanların birçoğu da İslam'ı modern dünyada yeniden ihya etme gayreti içerisinde olduğunu iddia eden Müslümanlardır.
Aslında bu durum, zihnin kıblesini belirleyenin bugünkü dünyayı şekillendiren Batılı paradigma olduğunu ortaya koyar. Kur'an'ın bazı ayetlerinin, zaman ve mekan faktörünü belirleyen kılmadan lafız, mana, maksat ekseninde yeniden yorumlanması elbette gerekebilir. Ama Batı tecrübesinde iş görmüş hermenötik, tarihselcilik vb. yöntemler kullanarak Kur'an mesajının bir kısmını ya da tamamını hakim paradigma ekseninde yeniden inşa etmek, apaçık imana zulüm karıştırma örneğidir.
Kendi uydurmasına vahiy süsü vermek
"Onlardan öyleleri vardır ki; dillerini kitaba doğru eğip bükerler, siz onu kitaptan sanasınız diye. Oysa o, kitaptan değildir. 'Bu Allah katındandır.'derler. Oysa o, Allah katından değildir. Kendileri de bildikleri halde Allah'a karşı yalan söylerler." (Al-i İmran, 78) Ayrıca bkz: Bakara, 79.
Söz konusu ayetlerde Hz. Peygamber'e vahyin inzali sürecinde, Ehli Kitab'ın tutum ve davranışları konu edinilmektedir. Daha önce vahiy ile tanışmış bir topluluğun, bu tutum ve davranışının en temel saiki, son mesaj hakkında şüphe uyandırarak inanç bulanıklığı meydana getirmek, etkisini azaltmak, kendi inanç ve ibadetlerinin sapkın ve tahrife uğramış boyutlarını gizlemektir.
Bu tutum ve davranışlar bugünkü Ehli Kitap mensupları tarafından da çeşitli vesilelerle ve başta Peygamberimizle ilgili olmak üzere belli başlı bazı konular etrafında tekrarlanmaktadır.
Fakat bu yaklaşım biçimleri sadece Ehli Kitap mensupları ve çeşitli ideoloji müntesipleri tarafından dile getirilmemekte, aynı zamanda İslam toplulukları içerisindeki birtakım kanaat önderleri(!)nden de bu sapkın fikirler sadır olmaktadır. Ayrıca, vahyin yaşama aktarılmasından ve vahyin mahiyetini anlama, vahyin merkeze alınarak inanç, ibadet, sosyal ve siyasal alandan ekonomik hayatın düzenlenmesi konularına varıncaya kadar birçok noktada söz konusu olumsuz tutumlara rastlanmaktadır.
Müslümanların tarihi süreç içerisinde, çeşitli inanç ve düşünce akımlarıyla karşılaşmaları neticesinde oluşan eklektik ve muharref geleneklere yaslanarak Kur'ani kavramları da tahrif ederek "kendi uydurmalarına vahiy süsü veren, yazdıkları kitapları ve yaptıkları sohbetleri vahiy mahsulü olduğunu ileri süren birçok "alim" ve "büyük mutasavvıf"a rastlanmaktadır!
Kendilerine gelen vahyi parçalara ayırmak, dinin bütünlüğünü bozmak
"Yoksa siz, Kitab'ın bir bölümüne inanıp da bir bölümünü inkar mı ediyorsunuz?" (Bakara, 85)
Dini belirli alanlara ve mekanlara has kılmak, hayata dair iddia ve taleplerini göz ardı ederek sadece ahlaki esasları olan, bir vicdan meselesi olarak görmek dinin bütünlüğünü bozmaktır.
Kitab'ın inanç, ibadet, hukuk, sosyal yapı, ekonomik işleyiş gibi konularda ortaya koyduğu temel ilkelerin bazılarını gönümüz sosyo-ekonomik düzeniyle uyuşmuyor diye görmezden gelmek veya bu ilkeleri tarihe gömmek tipik parçacı din anlayışıdır. Bu anlayış ve inanç sahipleri hangi gerekçe ile olursa olsun insanı ilgilendiren herhangi bir olgu ve olayda İslam'ın hayat bahşeden düsturlarını göz ardı ederek inançlarına zulüm karıştırmaktadırlar.
5-AHİRET GÜNÜNE İMAN
"Şüphesiz insana kendi emeğinden başkası yoktur. Şüphesiz kendi emeği görülecektir. Sonra ona en eksiksiz karşılık verilecektir. Elbette son varış Rabbinedir." (Neon, 39-42)
İslam'da imanın beşinci unsuru, Kur'an'ın "son gün" olarak ifade ettiği Hesap Günü'ne İmandır. Kur'an, insanın ahirette göreceği azap ve mükafattan sıkça söz etmiş, nimet ve azabın değişik türlerinden bahsetmiştir.5
-Ahiret, vahyî esasların daha doğru anlaşılması ve pratik hayatta doğru davranışların oluşması açısından değerlendirildiği takdirde, bu imana karışacak zulümlerin hayatın ifsadına yol açacağı da aşikardır. Daha Kur'an'ın ilk inen ayetlerinde insanların hesaba çekileceği hatırlatılarak, vahye karşı kör ve nankör davranmalarının önüne geçilmek istenmiştir.
Kur'an'da ahiret hayatı sahneleri, şekilleri, korkuları, nimetleri ve azabı konusunda varit olan ayetler, muhtelif yorumlara müsait olduklarından dolayı müteşabih ayetler kategorisinde değerlendirilebilir. Zira bu ayetler İçerik itibariyle Allah'tan başkasının, boyutlarını, gizemlerini bilemeyeceği hususlar taşımaktadırlar. Ayetlere bakıldığında mücrimlerin ve kafirlerin kalbine korku salan; Müslümanların kalbine ise huzur salan, dosdoğru yolda yürümeyi teşvik eden boyutlar taşıdıkları görülür. Bu ayetler hakkında Kur'an'ın verdikleriyle yetinmek ve mümkün mertebe "ahiret hayatı"nın içeriği konusunda muhkem nassların çerçevesinin dışına çıkmaktan kaçınmak gerekir. Aksi takdirde istenmeden İnanca zulümler karıştırılmaktadır.
Kaza ve Kader
Kur'an'da doğrudan bir iman esası olarak zikredilmeyen ama eski ve yeni ilmihal kitaplarında İman esası olarak zikredilen kaza ve kader hakkındaki doğru yaklaşım ne olmalıdır?
"İnsanlar kaza ve kaderi, insanoğlunun hayattaki fiil ve yaşam tarzlarıyla irtibatlandırmışlardır. Allah Teala'nın kainatı, kendisine dayalı olarak yarattığı genel düzen ise bu olguların dışındadır. Çünkü orada sebep-müsebbip (nedensellik), öncül-sonuç ilişkileri hakimdir. Bu, Yüce Allah'ın hiç değişmeyen evrensel yasalarındandır. Bu yasalardan biri de Allah'ın insanoğlunu fiillerinden hür ve tercih sahibi olarak yaratmasıdır. O, hiçbir baskı ve zorlamaya boyun eğmez.
Allah Teala -kuşatıcı ilmi sayesinde- insanın hidayet ve iyiliği mi yoksa sapıklık ve kötülüğü mü tercih edeceğini bilir. Ama bunun Allah'ın ilminde olması, baskı veya dikte etme anlamına gelmez. Bu, Allah'ın koyduğu Sünnetullah çerçevesinde vuku bulan veya bulacak olanın açığa çıkmasıdır. Söz konusu Sünnetullah; mükellefiyet, mükafat ve cezanın, üzerine bina edildiği tercih yasasıdır.
Şu halde İslam dini, bir kimsenin, din ve akaid noktasında Allah'ın emirlerinden sapıp yanlış bir yola düştükten sonra, bunu kaza ve kaderle gerekçelendirmesini kabul etmez. Eğer böyle olsaydı, mükellefiyetin peygamberler göndermenin, insanları Allah'ın dinine çağırmanın, İyilik sahiplerini cennetle müjdeleyip şer ehlini cehennemle tehdit etmenin bir anlamı olmazdı."6
Kaza-kaderle ilgili bu anlayışın dışında birtakım inançlara sahip olmak imana karıştırmak anlamına gelecektir.
Sahih bir iman ve salih ameller için İslam akidesini ifsad eden zulüm örneklerine karşı dikkatli ve uyanık olmak tüm Müslümanların temel tutumu olmalıdır.
Dipnotlar:
1- Şeltut, Mahmud (1991) Akaid ve Şeriat I, Çev: Muharrem Tan, Yöneliş Yayınları, İstanbul, s. 21
2- Age, s. 41
3- Age, s. 36
4- Age, S. 49
5- Age, s. 50
6- Age, s. 60-61
Kaynakça:
Şeltut, Mahmud, Akaid ve Şeriat I, Yöneliş Yayınları, İstanbul, 1991.
El-Behiy, Muhammed, İnanç ve Amelde Kur'ani Kavramlar, Yöneliş Yayınları, İstanbul, 1988.
Derveze, izzet, Kur'an Cevap Veriyor, Yöneliş Yayınları, İstanbul, 1988.
Özkan, Ercüment, İnanmak ve Yaşamak II, Anlam Yayınları, Ankara, 1999.
Izutsu, Toshihiko, Kur'an'da Dinî ve Ahlaki Kavramlar, Pınar Yayınları, İstanbul, 1991.
Macit, Nadim, Kur'an ve Hadise Göre Şirk ve Müşrik Toplum, Damla Matbaası, Konya, 1992.
Ünal, Ali, Kur'an'da Temel Kavramlar, Beyan Yayınları, İstanbul, 1990.