Bazı meâller, âyetlerde geçen dua kelimesini ibadet diye tercüme ederek garip bir tutum içine girmişlerdir. Mesela bu âyette dua manasına iki ifade,yed´u ve duae kelimeleri vardır. Bunları (ya'budu) ve (ibadeh) diye tercüme etmek doğru olmaz. Çünkü Kur'an'da o iki kelime de geçer. Her şeyi bilen ve yerli yerine koyan Allah dileseydi burada o kelimeleri kullanırdı.
Örnek olarak Hasan Basri ÇANTAY'ın ayete nasıl meal verdiğine bakalım.
"Allah'ı bırakıp da kendisine kıyâmete kadar cevap veremeyecek kişiye (nesneye) tapmakta olan kimseden daha sapık kimdir? Halbuki bunlar, onların tapmalarından da habersizdirler ."
Bu gibi mealleri okuyanlar, âyeti puta tapanlarla sınırlı tutar, kendi yaşadıkları çevresinde gördükleri ile ilgi kurmazlar.
Arapça tefsirlerde duanın ibadet manasına olduğu ifade edilir. Bir Arabın böyle bir açıklamaya ihtiyacı olur. Çünkü Hz. Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Dua ibadetin kendisidir.” “Dua ibadetin iliğidir, özüdür.” Arap o açıklamayı okuyunca dua ile ibadet arasında ilgi kurmuş olur. Ama yukarıdaki meali okuyan bir Türk'ün böyle bir ilgi kurması imkansız olur. Çünkü o mealde dua atlanmaktadır. Türkçe meal yapanların bu gibi hususlara çok dikkat etmesi gerekir.
Bu mealde "min du nillahi = Allah'ın dunundan" ifadesi "Allah'ı bırakıp da..." şeklinde tercüme edilmiştir. Bu, birini olağan dışı bir yolla yardıma çağıranın Allah'ı yok saydığı anlamını taşır. Halbuki böyle biri Allah'ı asla yok saymaz. Ama o, yardıma çağırdığı kişiyi, Allah'ın dostu ve kendinden üstün bilir. O kişiyi, Allah'a daha yakın saydığı için onun aracılığı ile yaptığı duanın kabul edileceğine inanır. Ona insan üstü nitelikler vermeye ve onda, Allah'a ait özellikler görmeye başlar. Bu konuda Allah'ın indirdiği bir belgeye değil, büyüklerden duyduğu sözlere dayanır. Allah'a ait sahada birilerini yetkili görmek onu o konuda Allah'a ortak saymak olur. İşte şirk budur. Yoksa hiç kimse Allah'ı yok saymaz. Bu sebeple "Allah'ın dunundan" ifadesi, "Allah'ın en yakınından veya Allah'ın berisinden" diye tercüme edilmelidir.
Ateistlerin Allah'ı yok saydığı zannedilir, ama onlar da başları daralınca Allah'a sığınırlar. Bu, onların Allah'ı yok saymadıklarını gösterir.
MÜRİT- Kabirlere giderek hastalıklarına şifa bulanlar var. Bunlar en güvenilir zatların ağzından anlatılıyor, ona ne diyeceksin?
BAYINDIR- Benim bir şey dememe gerek yok. Çünkü ayetler bunun olamayacağını söylüyor.
MÜRİT- Bir değerli büyüğümüz bayram sohbetinde şöyle demiş:
"Benim bir hemşirem (kız kardeşim) vardı, yürüyemezdi. Adana'da o zaman bulunan bütün doktorlara gittik, dışarıda hepsine gösterdik çare bulamadılar. Nihayet bize dediler ki, Toroslarda bir zatın türbesi var, hastayı götürün, orada bir gece durdurun. Allah'ın izniyle o zatın dua ve ruhaniyeti şifa vesilesi olur. Biz artık her türlü tıbbî ümidimiz kesildikten sonra oraya annemle birlikte hemşiremi sırtımızda götürdük. Geceleyin hemşirem birden bir feryat etti. Annem, acaba aklına, şuuruna bir şey mi oluyor, korkuyor mu? diye hemen yanına fırladı. Hemşirem hâlâ bağırıyordu. "İyi oldum, iyi oldum, yürüyorum, aman Allah'ım" diye haykırıyordu. Biz de hayretle yanına vardık. Sabahı beklemeden oradan döndük. Sırtımızda götürdüğümüz hemşirem yürüyerek eve geldi."
Bu değerli zatın sözü ve tecrübesi bizim için önemlidir. Bu konuda sen ne diyeceksin?
BAYINDIR- Hz. Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem demiyor mu ki, "İnsan ölünce ameli yani işi biter. Üç kişi bunun dışındadır. Sadaka-i câriyesi olan, yararlanılan bir ilim bırakan ve kendi için dua eden salih bir evladı olan."
Sadaka-i câriye, cami, çeşme ve köprü gibi halkın yararlandığı şeylerdir. Bunlardan insanlar yararlandıkça bu şahsın işi devam etmiş olur ve onun sevabından alır.
Yararlanılan ilim de sadaka-i câriye gibidir. Yaptığı bir ilmî çalışmadan insanlar yararlanıyorlarsa bu şahsın işi o konuda devam ediyor demektir ve bunun sevabından yararlanır. Hayırlı evlat da böyledir. Bunların hepsi hayatta iken yaptıkları işlerin birer devamıdır. Yoksa insan ölünce yapacağı bir işi kalmaz.
Anlattığınız olayda "Allah'ın izniyle o zatın dua ve ruhaniyeti şifa vesilesi olur." diye bir söz geçti. Bu söz şu ayete ne kadar da uyuyor:
وَمَنْ اَضَلُّ مِمَّنْ يَدْعُو مِنْ دُونِ اللَّهِ مَنْ لاَ يَسْتَجِيبُ لَهُۤ اِلٰى يَوْمِ الْقِيَامَةِ وَهُمْ عَنْ دُعۤائِهِمْ غَافِلُونَ
5-"Allah’ın yakınından kendisine kıyâmet gününe kadar cevap veremeyecek kimseyi çağırandan daha sapık kimdir? Oysaki bunlar onların çağrısının farkında değillerdir.“ (Ahqâf 46/5)
Ölülerin dirilerden nasıl haberi olur? Bu ayeti indiren Allah, o zatın ruhaniyetini nasıl şifa verilesi yapar? İnsanların önüne dini lider diye geçenler hiç Kur'an okumazlar mı?
Her türlü tıbbî ümidin kesilmesinden sonra bir ölünün kabrine gidip ondan şifa beklemek akıl kârı mıdır? Hiç düşünmez misiniz, dirilerin yapamadığını ölü nasıl yapar?
Allah Teâlâ şöyle buyurur:
“Dirilerle ölüler bir olmaz. Şüphesiz Allah dilediğine işittirir. Ama sen kabirdekilere bir şey işittiremezsin.” (Fatır 35/22)
Aslı astarı olmayan işleri halkın değer verdiği kişilerin yapması, üstelik iyi bir şey yapmış gibi tutup onu insanlara anlatması ne kötü!
MÜRİT- Ben bu zatın doğru söylediğine bütün kalbimle inanıyorum. Sen şimdi bunun olmadığını mı iddia ediyorsun?
BAYINDIR- Bu iddia değil, ayetlerin hükmüdür.
O hasta orada gerçekten şifa bulmuş olabilir ama bunun sebebi asla o kabirde yatan zatın dua ve ruhaniyeti olamaz. Eğer böyle bir şey olsaydı o kabrin bulunduğu yere asfalt yollar, oteller ve konaklama tesisleri yapılırdı.
Aslında biz sırat köprüsünü bu dünyada geçiyoruz. Yanlış bir yorum ayağımızı kaydırabilir. Mesela Rufaî ve Kadirî tarikatlarına mensup kişiler vücutlarına şiş batırırlar. Bazıları bunu, o tarikata mahsus bir keramet sayar. Diğer taraftan Hintliler özel dini günlerinde vücutlarına kılıç saplarlar. Bilek kalınlığındaki kamışları bir yanaklarından sokup diğer yanaklarından çıkarırlar. Eğer Kadirilerinki kerâmet ise bunun daha büyük keramet sayılması gerekir. Aslında her ikisinin de dinle bir ilgisi yoktur. Yanlış olan onu din ile ilgilendirmektir. Bu bir hipnoz olayıdır. Hipnoz, çeşitli metotlarla meydana getirilen, uyku benzeri bir haldir. Bu sayede uyuşturmadan ameliyat bile yapılabiliyor. Televizyonda bu şekilde bir açık beyin ameliyatı gördüm. Doktor ameliyatla meşgul iken hastaya, acı duyup duymadığı soruluyor, o da gıdıklanma gibi bir şeyler hissettiğini ama acı duymadığını söylüyordu.
Buna benzer konulara sık sık girilecektir. Vesile ve tevessül konusu da bunlardandır.