11- GÖRÜNMEZ ERENLER (rical'ül-gayb)
MÜRİT- Sen şimdi üçler, yediler, kırklar, kutuplar ve gavsları da mı kabul etmiyorsun?
Bilmez misin, velîlerin üstün vasıflı olanlarına “evtâd” (direkler) denir. Onların üstünde “revâsî” (dağlar) vardır. Bir felaket zamanında kullar evtâda yönelir, evtâd da revâsîye yönelir. Revâsîyi Kutup idare eder.
Kutuptan sonra gelen iki kişiye “imâmân” denir. Bunlardan birine “imam-ı yemîn”, diğerine “imam-ı yesâr” adı verilir. İmam-ı yemîn kutbun hükümlerine, imam-ı yesâr da hakikatine mazhardır. Kutup ölünce onun yerini imam-ı yesâr alır. Kutup ile iki imam, üçleri oluşturur.
Kutup en büyük velîdir. Bütün erenlerin başı, Allah’ın izniyle kâinatta tasarruf sahibidir.
Gavs: Darda kalındığında sığınılan ve istimdâd edilen yani yardım istenilen kutuptur. Darda kalan sûfiler, “Yetiş ya Gavs!” diye gavsa sığınırlar. Gavs, istimdad edene yardım elini uzatır. Abdülkadir Geylânî, “Gavs-ı a’zam” lakabıyla ünlüdür.
Ancak bütün bu sığınma ve istimdâdlar, zahirde gavsa ise de hakikatte Allah’adır. Çünkü alemde yegane mutasarrıf Allah Teâlâ’dır. Ondan başka fail-i mutlak yoktur. “Gavs” olarak bilinenler, esmâ ve sıfât-ı ilahî mazharıdırlar.
Bunlardan başka, sayıları bir rivayette sekiz, diğer bir rivayette kırk olan “nücebâ” ile, sayıları on ya da üç yüz olan “nukabâ” denilen ve insanların iç dünyalarından haberdar olan şahsiyetler vardır.
Genel olarak ricâlü’l-gayb ve gayb erenleri olarak anılan bu Hakk dostlarının makamı boş kalmaz. Ölenin yerine sırayla kendisinden sonraki yükseltilir[1].
BAYINDIR- Bu konuda bir dayanağınız var mı? Bunları neye dayandırıyorsunuz?
Bir de "Kutup en büyük velidir, bütün erenlerin başıdır ve Allah'ın izniyle kâinatta tasarruf sahibidir" diyorsunuz. Bu tanımınız Mekke müşriklerinin Kabe'yi tavaf ederken, "Emret Allah'ım, Senin hiçbir ortağın yoktur. Yalnız bir ortağın vardır ki, onun da bütün yetkilerinin de sahibi sensin[2]." demeleri gibi olmuyor mu?
MÜRİT- Allah dünyanın cismânî düzenini sağlamak için bazı insanların birtakım görevler üstlenmesini murâd ettiği gibi, alemdeki manevî ve ruhanî düzenin korunması, hayırların temini, kötülüklerin giderilmesi için de sevdiği bazı kullarını görevlendirmiştir. Bunlar büyük peygamberlerin yerine, onlardan bedel[3] kişilerdir. “Allah’ın yeryüzünü kendilerine musahhar kıldığı” kimseler olarak değerlendirilmiştir. Onlar alemin intizam sebebidir. İnsanların işlerini tanzim ettiklerine inanılır[4].
BAYINDIR- Bunlar Allah’ın yeryüzünü kendilerine musahhar kıldığı kimselerdir, diyorsunuz. Ama ifade tarzınız, buna pek inanamadığınızı gösteriyor.
Musahhar kılma, bir hedefe doğru zorla sürükleme demektir[5]. Türkçe karşılığı boyun eğdirmedir.
Bütün varlıklara hâkim olan Allah şöyle diyor:
"Denizi size musahhar kılan Allah'tır. Bu, içinde gemilerin buyruğuyla akıp gitmesi ve onun bol vergisinden payınızı aramanız içindir. Belki şükredersiniz.
"Göklerde ne varsa ve yerde ne varsa hepsini size o musahhar kılmıştır. İşte bunda, düşünenler takımı için esaslı dersler vardır." (Câsiye 45/12-13)
Allah'ın musahhar kılması ile denizde, göklerde ve yerde olan her şeyden yararlanırız. Onlar tüm insanlara musahhar kılınmıştır. Bunlara karşılık Allah'ın bizden istediği bir teşekkür, yani ona şükretmektir. Bugün bu nimetlerden gayrimüslimler daha çok yararlanmaktadır.
Musahhar kılma, kimi şahıslara ayrıcalık tanıma değildir. Sizin durumunuz, topraklarından geçen ana yola köprü yapılan köy halkının durumu gibidir. Açılışı yapan yetkili; "Köprü emrinizdedir." deyince, onu kendi malları sanmış, geçiş ücreti koymuş ve ödemeyeni geçirmemişlerdir. Bu suçtur. Çünkü o köprü yalnız o köyün değil, o yoldan geçen herkesin hizmetindedir, herkese musahhar kılınmıştır.
MÜRİT- Üçler, yediler, kırklar, kutuplar ve gavslar sıradan insanlar değil ki. Büyük peygamberlerin yerine, onlardan bedel kişilerdir.
BAYINDIR- Madem öyle, hangi peygambere "alemdeki manevî ve ruhanî düzenin korunması, hayırların temini ve kötülüklerin giderilmesi" görevi verilmiştir?
İnsana sınırlı yetki veren Allah, Hz. Muhammed sallallahu aleyhi ve selleme şöyle emrediyor:
قُلْ إِنِّي لَا أَمْلِكُ لَكُمْ ضَرًّا وَلَا رَشَدًا (21)
قُلْ إِنِّي لَنْ يُجِيرَنِي مِنْ اللَّهِ أَحَدٌ وَلَنْ أَجِدَ مِنْ دُونِهِ مُلْتَحَدًا (22) إِلَّا بَلَاغًا مِنْ اللَّهِ وَرِسَالَاتِهِ وَمَنْ يَعْصِ اللَّهَ وَرَسُولَهُ فَإِنَّ لَهُ نَارَ جَهَنَّمَ خَالِدِينَ فِيهَا أَبَدًا (23)
21-"De ki: Benim size ne zarar vermeye gücüm vardır, ne de olgunlaştırmaya.
22-De ki: Beni Allah'ın azabından kimse kurtaramaz. Ben ondan başka bir sığınak da bulamam.
23- Benimkisi yalnız Allah'tan olanı, onun gönderdiklerini tebliğdir o kadar. Artık kim Allah'a ve onun elçisine baş kaldırırsa, ona içinde ebedi kalacakları cehennem ateşi vardır.." (Cin 72/21-23)
"Alemdeki manevî ve ruhanî düzenin korunması, hayırların temini ve kötülüklerin giderilmesi" yalnız ve yalnız Allah'ın elindedir. Bu konuda birilerini yetkili saymak şirk olur.
Eğer Hz. Muhammed'in gücü yetseydi kâfirleri imana zorlamak için her şeyi yapardı. Yüce Rabbimiz bu konuda şöyle buyurur:
وَإِنْ كَانَ كَبُرَ عَلَيْكَ إِعْرَاضُهُمْ فَإِنْ اسْتَطَعْتَ أَنْ تَبْتَغِيَ نَفَقًا فِي الْأَرْضِ أَوْ سُلَّمًا فِي السَّمَاءِ فَتَأْتِيَهُمْ بِآيَةٍ وَلَوْ شَاءَ اللَّهُ لَجَمَعَهُمْ عَلَى الْهُدَى فَلَا تَكُونَنَّ مِنْ الْجَاهِلِينَ (35)
35-"Onların yüz çevirmesi sana ağır gelince yeri delmeye veya göğe merdiven dayamağa gücün yetseydi onlara bir mucize getirirdin. Eğer Allah dileseydi onları doğru yolda toplayıverirdi. Sakın ha, cahillerden olma." (En'am 6/35)
Mucize göstermek elçinin elinde değildir. Allah ne zaman isterse mucizeyi o zaman yaratır.
"And olsun ki, senden önce birçok elçi gönderdik; onların kimini sana anlattık, kimini de anlatmadık. Hiçbir elçi, Allah'ın izni olmadan bir mucize getiremez. Allah'ın buyruğu gelince iş gerçekten biter. İşte o zaman, boşa uğraşanlar hüsranda kalırlar." (Mümin 40/78)