İlm-i ledün, Allah tarafından verildiği iddia edilen özel bir bilgi anlamında kullanılır, ilm-i bâtın da aynıdır. Kimi şeyhlere böyle bir ilim verildiği iddia edilir. Bu iddia onların kutsallaştırılmasına yol açar.
ŞEYH EFENDİ- Manevi yolu iyi bilen ve salikleri o yola ulaştırabilen bir şeyh aramak şeriatın emirlerindendir.
BAYINDIR- Eğer bu sözle insana hak yolu gösterecek ve bu yolda ona örnek olacak bir öğretmene ihtiyaç olduğunu söylemek istiyorsanız doğrudur. Her insanın bir terbiyeciye, bir ustaya ve öğretmene ihtiyacı vardır.
ŞEYH EFENDİ - Şeyhlerin sahip olduğu ilim ilm-i bâtındır. Bu herkese verilmemiştir. Allah ondan razı olsun, Ebu Hureyre şöyle demiştir: “Ben Resulüllah sallallahu aleyhi ve sellemden iki kap dolusu ilim aldım. Bunlardan birini size naklettim. Diğerini de nakletmiş olsaydım boynumu vururdunuz.” İşte bizim ilmimiz bu ilimdir.
BAYINDIR - Ebû Hureyre’nin nakletmediği ilmi kimden aldınız? Kaynağı, delilleri ve dayanağı olmayan şey nasıl ilim olabilir?
ŞEYH EFENDİ - Kehf suresinde Hızır'la arkadaşlığı anlatılan Hz. Musa, olayların gerçek yüzünü göremediği için itiraz etmişti. Hızır aleyhisselamın ilm-i ledünnü olduğu için işin iç yüzüne vakıf oluyordu. Ayette “Ona, kendi katımızdan bir ilim öğretmiştik.” (Kehf 18/65) buyurulmaktadır. İşte ilm-i batın, ilm-i ledün bu ilimdir.
BAYINDIR - Hz. Hızır’la beraber olan Hz. Musa bu ilmi öğrenemediyse siz nasıl öğrendiniz? Bu ilmin size de öğretildiğinin delili nedir?
ŞEYH EFENDİ - Ebu Hureyre’nin sözü nedir?
BAYINDIR - Ebu Hureyre’nin sözünün nesi delildir? Ebu Hureyre “Ben Resulüllah sallallahu aleyhi ve sellemden iki kap dolusu ilim aldım. Bunlardan birini size naklettim. Diğerini de nakletmiş olsaydım boynumu vururdunuz.” diyor. O nakletmediğine göre siz nasıl öğrendiniz?
Bakın; Hızır aleyhisselâm ile ilgili Buharî’de uzun bir hadis vardır. Konuya açıklık getirdiği için hadisi aynen nakletmek yararlı olacaktır.
Übeyy b. Ka’b Muhammed sallallahu aleyhi ve sellemin şöyle dediğini bildirdi: "Musâ aleyhisselâm İsrailoğullarına konuşma yapmak üzere kalktı. Ona, “İnsanların en bilgilisi kimdir?” diye soruldu. O da “En bilgili benim.” dedi. Allah Teâlâ onu ayıpladı. Çünkü bütün ilmi ona vermemişti. Ona: “İki denizin kavuştuğu yerde kullarımdan biri var, o senden bilgilidir.” diye vahyetti.
Musa dedi ki, “Rabbim! Onunla nasıl buluşabilirim?” Allah Teâlâ dedi ki, “Sepete bir balık koy ve yanına al, balığı nerede kaybedersen o oradadır.”
Musa yola koyuldu. Genç hizmetçisi Yuşa b. Nûn ile birlikte yürüdüler. Sepet içinde balığı da sırtladılar. Bir kayanın yanına gelince başlarını koyup uyudular. Balık sepetten çıktı, denize doğru yol alıp gitti. Hz. Musa ve genç hizmetçisinde bir gariplik vardı. Gecenin arda kalanında ve gün boyu yürüdüler. Sabah olunca Musa genç hizmetçisine dedi ki, kahvaltımızı getir, bu yolculuk bizi epey yordu.
Belirtilen yeri geçinceye kadar Hz. Musa bir yorgunluk duymamıştı. Genç hizmetçi dedi ki, “Gördün mü, kayanın orada dinlendiğimiz zaman balığı unutmuşum.” Musa dedi ki, “İşte istediğimiz buydu.” İzlerini takip ederek geri döndüler.
Kayanın yanına vardılar baktılar ki, orada kumaşa bürünmüş bir adam var. Musa selam verince Hızır dedi ki, “Güvenlik nere burası nere”
O, “Ben Musa’yım.” dedi. Hızır, “İsrailoğullarının Musa’sı mı?“ diye sordu. “Evet” dedi ve ekledi: “Sana öğretilmiş olgunluktan bana da öğretmen için sana tabi olabilir miyim?” Hızır dedi ki, “Ya Musa, sen benimle birlikte olmaya dayanamazsın. Ben Allah’ın bana öğrettiği bir ilmi biliyorum ki sen onu bilmezsin. Sen de Allah’ın sana öğrettiği bir ilmi bilirsin ki, ben onu bilmem.” Musa dedi ki, inşallah benim sabırlı olduğumu göreceksin, sana hiçbir konuda karşı çıkmam.”
Bunun üzerine deniz sahilinde yaya olarak gitmeye başladılar. Kendi gemileri yoktu. Bir gemi geldi, ona binmek için konuştular. Hızır’ı tanıyan oldu, ücret almadan gemiye aldılar.
Bir serçe gelip geminin kenarına kondu, gagasını bir iki kere denize daldırdı. Hızır dedi ki, “Musa, benim ve senin ilmin, Allah’ın ilminden ancak şu serçenin gagasıyla denizden aldığı kadar bir şeydir.
Hızır tuttu geminin tahtalarından birini söktü. Musa dedi ki, “Bunlar bizi, ücret almadan bindirdiler, sen de tuttun onları batırmak için gemilerini deldin.”
Hızır, “Demedim mi, sen benimle beraber olmaya dayanamazsın.” dedi. Musa: “Unuttuğum için kusuruma bakma” dedi.
Hz. Musa’nın ilk karşı çıkması unuttuğu içindi.
Yürüdüler, baktılar ki, bir erkek çocuk arkadaşlarıyla birlikte oynuyor. Hızır üstten çocuğun kafasını tuttu ve eliyle yerinden çıkardı (boynunu kırdı). Hz. Musa hemen atıldı: “Bir cana karşılık olmadan temiz bir canı öldürdün ha?” Hızır dedi ki, “Sana demedim mi, sen benimle beraber olmaya dayanamazsın, diye?”
Yürümeye devam edip bir yere geldiler, yemek istediler ama halk onları konuk etmekten kaçındı. Önlerine, yıkılmak üzere olan bir duvar çıktı. Hızır eliyle duvara işaret etti, sonra onu doğrulttu. Musa dedi ki, “İsteseydin buna karşılık bir ücret alabilirdin.” Hızır dedi ki, “İşte bu beni senden ayırır.”
Hz. Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki, “Musa‘ya Allah rahmet eylesin; çok isterdik ki, sabır göstersin de birlikte yapacakları daha çok şey bize anlatılsın.”
Burada Hz. Hızır’ın şu sözü dikkatimizi çekiyor:
“Ben Allah’ın bana öğrettiği bir ilmi biliyorum ki sen onu bilmezsin. Sen de Allah’ın sana öğrettiği bir ilmi bilirsin ki, ben onu bilmem.”
Hz. Musa aleyhisselam Allah'ın elçisidir. Elçiler Allah'ın kendilerine verdiği görevi yaparlar. Bu da insanlara doğru yolu göstermek ve onlara rehberlik yapmaktır. Şu âyet bunu açıkça belirtmektedir:
“Ey Elçi biz seni şahit, müjdeci ve uyarıcı olarak gönderdik. Kendi izniyle Allah yoluna çağıran ve aydınlatan bir lamba olarak.” (Ahzâb 33/45-46)
Bir elçinin yaptığı davranışları her insan yapabilir. Çünkü onlar örnek kişilerdir. Onlarda Hz. Hızır’ınkine benzer garip davranışlar görülmez. Elçilerin gösterdikleri mucizeler ise onların elçiliklerini ispattan başka bir gaye taşımaz.
Hızır aleyhisselâmın bilgisine elçilerin ihtiyacı yoktur. Bunu anlamak için yukarıdaki üç olayın iç yüzünü anlatan şu âyetleri okuyalım:
“(Hızır, Musa'ya dedi ki:) Şimdi sana sabredemediğin şeyin iç yüzünü bildireceğim:
O gemi, denizde çalışan yoksul kimselerindi. Onu kusurlu hale getirmek istedim. Çünkü onların ilerisinde, tuttuğu gemiyi zorla alan bir kral vardı.
Çocuğa gelince, onun anası babası mümin insanlardı. Bunun onları azgınlığa ve kâfir olmaya zorlayacağından korktuk.
İstedik ki, Rableri onun yerine kendilerine ondan daha temiz ve daha merhametli birini versin.
Duvar ise şehirde iki yetim çocuğundu. Altında onlara ait bir hazine vardı. Babaları da iyi bir kimse idi. Rabbin istedi ki, onlar olgunluk çağına girsinler de hazinelerini çıkarsınlar. Bu, Rabbinin bir merhametidir. Yoksa bunu ben kendiliğimden yapmış değilim. İşte senin sabredemediğin şeyin iç yüzü.” (Kehf 18/78-82)
Bu olayın ibret verici bir çok yönü vardır. Bize göre en önemlisi şudur: Allah’tan gelen her şeye teslim olmak ve bizim için hayırlı sonuçlar doğuracağına inanmak gerekir. Çünkü hoşumuza gitmeyen nice olaylar vardır ki, daha sonra ne kadar gerekli olduğu ortaya çıkar.
İşte hikmet budur. Hikmet bir şeyin yerli yerinde olduğunu gösteren şeydir. Bir olayın hikmetini anlayamadık diye üzülüp ümitsizliğe kapılmaya gerek yoktur.
Elçilerde bu gibi garip davranışlar görülmez. Çünkü onların davranışları ümmetleri için örnektir. Ama Hızır'ın davranışları örnek alınamaz.
Yukarıdaki işleri Hz. Musa yapsaydı ve bir Yahudi bunu örnek alıp anasına babasına zahmet verecek diye bir çocuğu öldürseydi veya başkası gasp edecek diye birinin malına zarar verseydi insanlar arasında emniyet ve huzur kalır mıydı? O zaman herkes yaptığı garip davranışa bir kılıf bulup delil olarak da Hz. Musa’yı göstermez miydi?
Yukarıdaki hadis, şu sözleriyle bitmiştir:
“Musa’ya Allah rahmet eylesin; çok isterdik ki, sabır göstersin de bize, birlikte yapacakları daha çok şey anlatılsın.”
Hadis, açıkça gösteriyor ki, Hızır'dan öğrenilenler âyette belirtilenlerle sınırlıdır. Bu konuda Hz. Muhammed bile fazla bir şey bilmiyordu.
Bu gerçekler karşısında artık kim Hz. Hızır’a öğretilen ilmin kendine de öğretildiğini iddia edebilir.
SONRAKI SAYFA>>>>