Birinci Dünya Savaşı'nda Müslümanlarla savaşan İngiliz, Fransız, İtalyan ve Yunanlılar da zafer için Allah'a dua etmiyorlar mıydı sanki. Ama onlar, Hıristiyan oldukları için Allah'ın yanında Hz. İsa'yı da çağırıyorlardı. Üstelik onların kutsal kitabı bunu teşvik ediyor.
Matta İncil'ine göre Hz. İsa çarmıha gerilip defnedildikten üç gün sonra kabrinden çıkmış, 11 havarisine görünmüş ve şöyle demiştir:
"Gökte ve yeryüzünde bütün iktidar bana verilmiştir. Şimdi gidin, bütün ulusları öğrenci yapın. Onları Babam, Ben ve Kutsal Ruh adına vaftiz edin. Sizlere buyurduğum her şeyi tutmalarını onlara öğretin. İşte dünyanın sonuna kadar ben her an sizlerle beraberim[1]."
Kur'an'a göre Allah'tan başkasını, bu şekilde yardıma çağırmak şirktir. Yukarıda konu ile ilgili çok sayıda ayet geçmişti. Şu ayet de bunu, doğru yola girmişken geriye çevrilme ve açık arazide şaşkına dönme olarak nitelemektedir.
De ki: Allah'ın berisinden bize ne bir fayda ne de zarar verecek olanı çağıralım da Allah bizi doğru yola sokmuşken ökçelerimiz üzerine geri çevrilmiş mi olalım? Tıpkı şeytanların açık araziye çektikleri şaşkın kimse gibi mi? Hem onu, "Bize gel." diye doğru yola çağıran arkadaşları da olsun. Onlara de ki, "Doğru yol ancak Allah'ın yoludur. Bize verilmiş emir alemlerin Rabbine teslim olmamız içindir. (En'am 6/71)
MÜRİT- Müslümanlar tarih boyunca çok yenilgiler almışlardır. Bu Allah'ın onları bir imtihanıdır. Nitekim Hz. Muhammed'in ordusu da Uhud Savaşı'nda yenilmişti. Ama onun gayretleriyle daha sonra durum lehe çevrilmişti.
BAYINDIR- Burada Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem büyük gayret göstermiş ve durumu lehine çevirmeyi başarmıştır. Ama "Ben Allah'ın elçisiyim. Benim duam ve manevi desteğimle bu savaş kazanılır." dememişti.
Yenilgi dedik ya? Cephede yenilmek o kadar önemli değildir. Toparlanır, düşmana daha büyük bir darbe vurabilirsiniz. Asıl yenilgi içten yenilgidir. İşte o zaman yapacağınız bir şey olmaz.
Müslümanlar içten yenilmişlerdir. Kendi siyasi, sosyal, iktisâdî ve askerî düzenlerine güvenleri kalmamıştır. Bunların yerine başkasını koyma çabası bu güvensizliğin sonucudur. Bunu anlamak isteyen, Müslümanların desteklediği okullarda neyin öğretildiğine baksın. Büyük maddi imkanlarla desteklenip gayrimüslim ülkelere gönderilen öğrenciler, hangi sistemi öğrenmeye gidiyorlar? Kendi sistemimizi öğretmek için harcadığımız çabayı bununla kıyaslarsak korkunç bir fark ortaya çıkar. İşte bunlar bugünkü dünya karşısında kafamızı dik tutmamızı engellemektedir.
MÜRİT- Peki tarikatlardan ne istiyorsun? Türkiye'de tarikatlar resmen kapalıdır.
BAYINDIR- Halka mal olmuş sosyal bir kurumu resmen kapatmakla işi bitmez. Hurafeler yok olmaz. Burada asıl iş ilim adamlarına düşer. Onlar halkı eğitmelidirler. Zihinler hurafelerden temizlenmeli ve doğru bilgilerle donatılmalıdır. İşte bu sahada yeterli çalışma yoktur. Halkımızın önemli bir bölümünün hurafelere kanmaları bundandır. Bir de bu çalışmalar sürekli olmalıdır. Küçük bir ihmal, hurafelere kapı açmak olur.
MÜRİT- Bilgisi, sosyal ve ekonomik durumu iyi olan nice insan da bunlara katılmakta ve destek olmaktadır. Bu sizin tezinizi çürütmez mi?
BAYINDIR- Bu insanlar birçok konuda bilgili olabilirler ama dinlerini iyi bilmedikleri için kolay kandırılırlar. Öyleyse dini, herkese doğru öğretmek gerekir. Bu, dindar olanların hurafelere kaymalarını önler. Dinlerini yaşamak istemeyenler de hurafe ile doğru dini ayırarak hurafeye karşı çıkıyorum diye dindar insanları üzecek davranışlara girmezler.
MÜRİT- Şimdiye kadar gelmiş geçmiş bunca alim yanlış da sen mi doğrusun? Senin ilmin onların ilimlerinden daha mı fazla?
BAYINDIR- İlmin fazlalığı veya noksanlığından çok o ilmi ne maksatla kullandığınız önemlidir. Eğer insanlar üzülecek veya size karşı gelecekler diye doğruları söylemezseniz ilminizin büyüklüğü verdiğiniz zararı artırmaktan başka bir işe yaramaz. Tanınmış bir alim bana şöyle dedi:
- Abdulaziz Bey, tasavvuf ve tarikatla uğraşmayı bırak. Hurafe olmazsa tasavvuf da olmaz.
Dedim ki;
- Bu hurafelerle mücadele, bizim temel görevimiz değil mi? Bunlar insanları şirke sokmuyor mu?
Dedi;
- Doğru; ama bunlar ıslah olmazlar.
Dedim;
- İnsanlar ıslah olmaz diye mücadeleyi bırakan bir peygamber var mı? Bizim örneğimiz onlar değil mi?
Dedi;
- Ben senin iyiliğin için söylüyorum. Sen gençsin, istikbalin parlak, bunlar ise çok güçlüdür. Bunlarla başa çıkamazsın. Geleceğini karartırlar.
Dedim;
- Bunlardan beklediğim bir şey yok ki. Ben Allah'a dayanıyorum, Allah'tan güçlüsü de yoktur.
Dedi;
- Ben senin için endişe ediyorum.
Dedim;
- Asıl ben sizin için endişe ediyorum. Sizin durumunuz cumartesi yasağını çiğneyen Yahudilere karşı mücadeleden kaçınanlara benziyor.
Bilindiği gibi Yahudilerde cumartesi günü av yasağı vardır. Davûd (a.s.) zamanında sahil kenti olan Eyle'de Yahudiler yaşardı. Yılın bir ayında her taraftan oraya balıklar akın eder, balık çokluğundan neredeyse su görünmezdi. O ayın dışında ise sadece cumartesi günleri balık gelirdi. Derken deniz kenarında havuzlar kazıp arklar açtılar. Balıklar cumartesi günü havuzlara doldu ve pazar günü onları avladılar. Kendilerince yasağı çiğnememiş oldular. Cezalanacaklarından korka korka balıklardan yararlandılar. Zamanla evlatlar babaların yolundan gitti. Mal mülk edindiler. Şehirden bu işi hoş karşılamayan bazı gruplar onları bundan vazgeçirmeye çalıştılarsa da vazgeçmediler. Dediler ki, "Ne zamandır biz bu işi yapıyoruz, bunun için Allah'tan hiçbir ceza gelmedi." Onlara denildi ki, "Aldanmayın, belki size bir azap gelir, yok olursunuz." Bunlar bir sabah alçak maymunlar haline geldiler. Üç gün böyle yaşadılar, sonra helâk olup gittiler[2].
Bakara sûresinin 65 ve 66. âyetlerinde konu ile ilgili olarak şöyle buyurulmaktadır:
İçinizden cumartesi günü taşkınlık edenleri elbette öğrenmişsinizdir. Onlara "Aşağılık maymunlara dönün" demiştik.
Bunu yaptık ki, hem orada olanlar ve olmayanlar için caydırıcı bir ceza, hem de sakınanlar için bir öğüt olsun.
Bir bölük insan yasağı çiğneyenlerle mücadele ederken, "Aralarından bir (başka) bölük şöyle diyordu: "Allah'ın yok edeceği veya şiddetli azaba uğratacağı bir topluma niçin öğüt veriyorsunuz?" Öğüt verenlerin buna cevabı şöyle olmuştu: "Bu, Rabbinize, hiç değilse bir özür beyan edebilmemiz içindir, belki Allah'a karşı gelmekten sakınırlar"
Ayetler şöyle devam ediyor:
Kendilerine yapılan öğütleri unutunca, Biz fenalıktan men edenleri kurtardık ve zalimleri, Allah' a karşı gelmelerinden ötürü şiddetli azaba uğrattık.
Kendilerine edilen yasakları aşınca, onlara: "Aşağılık birer maymun olun" dedik." (Araf 7/165-166)
Siz, bize destek vereceğinize, dolaylı olarak suçlulara destek vermiş oluyorsunuz. Onların başına gelenlerin sizin başınıza gelmeyeceğinden emin olabilir misiniz?
Dedi;
- Bilmem kardeşim, ben seni düşünüyorum.
Dedim;
- Bakın, bir nefes alacak kadar ömrümün kaldığını bilsem, o bir nefesi bu gibi yanlışları düzeltmek için harcamak isterim.
Sonra bu mücadeleler elinizdeki kitabı oluşturdu. Bu zat, kitabın birinci baskısını okudu ve bunun, önemli bir başarı olduğunu söyledi.
MÜRİT- Evet, bu konuda haklısınız. Bazı alimler, bile bile mücadeleden kaçınıyorlar. Ama eskiden gerçek ilim sahipleri vardı.
BAYINDIR- Gerçek ilim sahibi olmak yetmez. O ilmi yerli yerinde kullanmak da gerekir. Bu konuda Allah Teâlâ bize Hz. Adem'i örnek veriyor.
Onun öğretmeni bizzat Allah Teâlâ idi. Çünkü
"Adem'e bütün isimleri öğretmiş ve onları (insanın yaratılmasından hoşlanmayan) meleklere göstererek "Eğer doğruysanız bunların isimlerini bana söyleyin" demişti.
Onlar da "Sen yücesin, bizim senin öğrettiğinden başka bir bilgimiz yoktur. Şüphesiz bilen de sensin hakîm olan da, demişlerdi.
Allah "Ey Adem onlara varlıkların adlarını bildir." dedi. Adem onların adlarını bildirince Allah şöyle dedi: "Ben size dememiş miydim ki, göklerde ve yerde görünmeyeni bilirim, sizin açıkladığınızı ve gizlemekte olduğunuzu da bilirim." (Bakara 31-33)
Sonra Allah, Adem'i ve eşini cennete yerleştirmiş ve Şeytanı göstererek şöyle demişti;
"Bak Adem! Bu, senin ve eşinin düşmanıdır. Sakın sizi cennetten çıkarmasın, yoksa mutsuz olursun.
Çünkü orada senin için ne aç kalma olacak, ne de çıplak kalma.
Orada ne susuzluk çekeceksin, ne de güneşte kalacaksın"
Sonra Şeytan ona vesvese verdi ve dedi ki:
"Adem! Sana o sonsuzluk ağacını ve yıpranmayacak bir saltanatı göstereyim mi?[3]
Bu cazip teklif, ona her şeyi unutturdu ve
"Her ikisi de o ağaçtan yedi. Sonra kendilerine ayıp yerleri göründü. Hemen Cennet yaprağıyla örtünmeye koyuldular. Ve Adem, Rabbine baş kaldırdı da yolunu şaşırdı." (Taha 20/121)
İşte Hz. Adem'in başına gelenler. Hiçbir alim onun şartlarına sahip olamaz. Öğretmeni Allah Teâlâ ve kaldığı yer Cennetti. Ne kötü insanlar vardı, ne de ekonomik sıkıntılar. Ama ebediyet ağacı ve çökmesi olmayan saltanat arzusu nasıl Hz. Adem'i isyana sürüklemiş ve şaşırtmışsa ünlü olma ve dünyalık arzusu da nice alimi, isyana sürükler ve şaşırtır. Çünkü Allah'ın verdiği ve vermeyi vadettiği ile yetinen çok az insan vardır. İnsan hep daha çoğunu ister. Allah’la bütünleşmeyi ve daha da ileri gitmeyi hedefleyenler az değildir[4].
İlim, helâl mala benzer. Helâl malıyla kötülük yapanlar gibi ilmiyle halkı saptıranlar da vardır. Gerçek alim, doğru davranan, karşı koyulacağını bile bile doğruları söylemekten çekinmeyen alimdir. Doğruları bilen çoktur ama söyleyen azdır. Yoksa bunlar kimsenin bilmediği şeyler değildir.
MÜRİT- Müslümanların Batı karşısında kesin yenilgi aldığını söylemiştin. Batılıyı Müslümandan üstün göremezsin. Allah Teâlâ, "Eğer inanıyorsanız en üstün sizsiniz.[5]" demiyor mu?
BAYINDIR- Batılıyı Müslümandan üstün gören de kim? Ben Müslümanların Müslümanlıktan uzaklaştığından bahsediyorum. Madem gayrimüslimlerin uydusu haline gelmişiz ve bir asırdan fazladır bu böyle devam ediyor, öyleyse bu işte bir yanlışlık var. Okuduğun âyet yanlış olamayacağına göre yanlışlık bizim Müslümanlığımızda olmalıdır. İçinde bulunduğumuz durumu da Allah'ın bize verdiği bir ceza olarak kabul etmemiz gerekir.
Allah Teâlâ Kur'an-ı Kerim'de cezaya çarpılan kavimleri anlattıktan sonra şöyle buyurur:
Sana anlattıklarımız, o ülkelerin başından geçenlerdir. Onlardan ayakta duran da vardır, biçilip gitmiş olan da.
Biz onlara kötülük etmedik, onlar kendilerine kötülük ettiler. Rabbinin buyruğu gelince, Allah'ın berisinden çağırdıkları tanrıların onlara bir faydası olmadı. Onların katkısı, sadece kayıplarını artırmak oldu. (Hud 11/101-102)
Müslümanlar sırf Allah'ı değil, Allah'a yakın bildikleri kişileri de yardıma çağırmaya devam ederlerse kayıpları daha da artar.
MÜRİT- Hep müşriklerle ilgili âyetleri örnek veriyorsun. Bu yaptığın doğru mu? Senin muhatapların müşrik değil ki, hepsi de Müslüman.
BAYINDIR- Kur'an'ın büyük bir bölümü şirkle ilgilidir. Bu konuda sadece Muhammed sallallahu aleyhi ve sellemi bu konuda uyaran şu âyet üzerinde düşünseniz bize hak verirsiniz.
وَلَا يَصُدُّنَّكَ عَنْ آيَاتِ اللَّهِ بَعْدَ إِذْ أُنزِلَتْ إِلَيْكَ وَادْعُ إِلَى رَبِّكَ وَلَا تَكُونَنَّ مِنْ الْمُشْرِكِينَ (87)
وَلَا تَدْعُ مَعَ اللَّهِ إِلَهًا آخَرَ لَا إِلَهَ إِلَّا هُوَ كُلُّ شَيْءٍ هَالِكٌ إِلَّا وَجْهَهُ لَهُ الْحُكْمُ وَإِلَيْهِ تُرْجَعُونَ (88)
87-"Allah'ın ayetleri sana indirildikten sonra, artık sakın onlar seni bu ayetlerden alıkoymasınlar. Rabbine davet et. Asla müşriklerden olma!.
88- Allah'la beraber başka bir tanrı çağırma. Ondan başka tanrı yoktur. Her şey yok olacak yalnız onun zatı kalacaktır. Hüküm Onundur ve Ona döndürüleceksiniz. (Kasas 28/87-88)
Bu tenbih bizzat Hz. Muhammed'e yapıldığına göre bize hak vermeniz gerekir. Her Müslümanın bu konuda birbirini daima uyarmalıdır.
Müslümanlar bugün layık oldukları konumda değillerse bunun sebepleri vardır. Çünkü Allah Teâlâ hiçbir topluluğu boşuna helak etmez. Şu âyetler her şeyi ortaya koyuyor:
فَلَوْلَا كَانَ مِنْ الْقُرُونِ مِنْ قَبْلِكُمْ أُوْلُوا بَقِيَّةٍ يَنْهَوْنَ عَنْ الْفَسَادِ فِي الْأَرْضِ إِلَّا قَلِيلًا مِمَّنْ أَنْجَيْنَا مِنْهُمْ وَاتَّبَعَ الَّذِينَ ظَلَمُوا مَا أُتْرِفُوا فِيهِ وَكَانُوا مُجْرِمِينَ (116)
وَمَا كَانَ رَبُّكَ لِيُهْلِكَ الْقُرَى بِظُلْمٍ وَأَهْلُهَا مُصْلِحُونَ (117)
116-"Sizden önceki devirlerde yaşayanlardan birikimi olanlar (fesattan nehyeden bir kısım fazilet sahipleri), ortalıktaki kokuşmuşluğa karşı çıkmalı değiller miydi? Kendilerini kurtardığımız pek azı bunu yapmıştır. O zalimler, kendilerine verilen refahın peşine takıldılar da suçlu kimseler oldular.
117-Yoksa senin Rabbin, halkı iyi durumda iken (ahalisi muslih kimse oldukları halde), o ülkeleri şirk[6] yüzünden helak edecek değildi ya?" (Hud 11/116-117)
Sonraki sayfa»»