ANASAYFA

FORUM

UNUTULMAYANLAR

ZİYARETCİLER

AİLE

SERBEST KÜRSÜ

MEZHEP

İSLAMİ KONULAR

KLİP / MUZİK

RESİMLER


   
  FECR - Kur`an iklimine özlem..
  9a- MÜSLÜMANLARI BATIRAN ŞİRK devam
 

Birinci Dünya Savaşı'nda Müslümanlarla sa­vaşan İngiliz, Fransız, İtalyan ve Yunanlılar da zafer için Allah'a dua etmiyorlar mıydı sanki. Ama onlar, Hıristiyan oldukları için Allah'ın yanında Hz. İsa'yı da çağırıyor­lardı. Üstelik onların kutsal kitabı bunu teşvik ediyor.

 Matta İncil'ine göre Hz. İsa çarmıha gerilip def­nedildikten üç gün sonra kabrinden çıkmış, 11 havarisine gö­rünmüş ve şöyle de­miştir:

"Gökte ve yeryü­zünde bütün iktidar bana ve­rilmiş­tir. Şimdi gidin, bütün ulusları öğrenci ya­pın. Onları Babam, Ben ve Kutsal Ruh adına vaftiz edin. Sizlere buyurduğum her şeyi tut­mala­rını onlara öğretin. İşte dün­yanın sonuna kadar ben her an sizlerle beraberim[1]."

Kur'an'a göre Allah'tan baş­kasını, bu şekilde yardıma çağır­mak şirktir. Yukarıda konu ile ilgili çok sayıda ayet geçmişti. Şu ayet de bunu, doğru yola girmişken ge­riye çevrilme ve açık arazide şaşkına dönme olarak nitelemektedir.

De ki: Allah'ın berisinden bize ne bir fayda ne de za­rar verecek olanı çağıralım da Allah bizi doğru yola sokmuşken ökçelerimiz üzerine geri çevrilmiş mi olalım? Tıpkı şeytanların açık araziye çektikleri şaşkın kimse gibi mi? Hem onu, "Bize gel." diye doğru yola çağıran arkadaşları da olsun. Onlara de ki, "Doğru yol ancak Allah'ın yoludur. Bize verilmiş emir alemlerin Rabbine teslim olmamız içindir. (En'am 6/71)

MÜRİT- Müslümanlar tarih boyunca çok ye­nilgi­ler almışlardır. Bu Allah'ın onları bir imtihanıdır. Nitekim Hz. Muhammed'in ordusu da Uhud Sava­şı'nda yenilmişti. Ama onun gayret­leriyle daha sonra durum lehe çevrilmişti.

BAYINDIR- Burada Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem büyük gayret göstermiş ve  durumu lehine çevirmeyi başarmıştır. Ama "Ben Allah'ın elçisiyim. Benim duam ve ma­nevi desteğimle bu savaş kazanılır." dememişti.

Yenilgi dedik ya? Cephede yenilmek o kadar önemli değildir. Toparlanır, düşmana daha büyük bir darbe vurabilirsiniz. Asıl ye­nilgi içten yenil­gidir. İşte o zaman yapacağınız bir şey olmaz.

Müslümanlar içten yenilmişlerdir. Kendi siyasi, sosyal, iktisâdî ve askerî düzen­lerine güvenleri kalmamıştır. Bunların yerine başkasını koyma çabası bu gü­vensizli­ğin sonucudur. Bunu anlamak is­teyen­, Müslümanların desteklediği okul­larda neyin öğretildiğine baksın. Büyük maddi imkan­larla desteklenip gayrimüslim ülkelere gön­derilen öğrenciler, hangi sis­temi öğrenmeye gidi­yorlar? Kendi siste­mimizi öğretmek için harcadığı­mız çabayı bununla kı­yaslarsak kor­kunç bir fark ortaya çıkar. İşte bunlar bugünkü dünya karşı­sında kafamızı dik tutmamızı en­gellemektedir.

MÜRİT- Peki tarikatlardan ne istiyorsun? Türkiye'de tarikatlar resmen kapalıdır.

BAYINDIR-  Halka mal olmuş sosyal bir kurumu resmen kapatmakla işi bitmez. Hurafeler yok ol­maz. Burada asıl iş ilim adamlarına düşer. Onlar halkı eğitmelidirler. Zihinler hurafelerden temizlen­meli ve doğru bilgilerle donatılmalıdır. İşte bu sa­hada yeterli çalışma yoktur. Halkımızın önemli bir bölümünün hurafelere kanmaları bundandır.  Bir de bu çalışmalar sürekli olmalıdır. Küçük bir ihmal, hurafelere kapı açmak olur.

MÜRİT- Bilgisi, sosyal ve ekonomik durumu iyi olan nice insan da bunlara katılmakta ve destek olmaktadır. Bu sizin tezinizi çürütmez mi?

 

BAYINDIR-  Bu insanlar birçok konuda bilgili olabilirler ama dinlerini iyi bilmedikleri için kolay kandırılırlar. Öyleyse dini, herkese doğru öğretmek gerekir. Bu, dindar olanların hurafelere kaymalarını önler. Dinlerini yaşamak istemeyenler de hurafe ile doğru dini ayırarak hurafeye karşı çıkıyorum diye dindar insanları üzecek davranışlara girmezler.

MÜRİT- Şimdiye kadar gelmiş geçmiş bunca alim yanlış da sen mi doğrusun? Senin ilmin onla­rın ilimlerinden daha mı fazla?

BAYINDIR- İlmin fazlalığı veya noksanlığından çok o ilmi ne maksatla kullandığınız önemlidir. Eğer insanlar üzülecek veya size karşı gelecekler diye doğruları söylemezseniz ilminizin büyüklüğü verdiğiniz zararı artırmaktan başka bir işe yara­maz. Tanınmış bir alim bana şöyle dedi:

- Abdulaziz Bey, tasavvuf ve tarikatla uğraş­mayı bırak. Hurafe olmazsa ta­savvuf da olmaz.

Dedim ki;

- Bu hurafelerle mücadele, bizim temel görevi­miz değil mi? Bunlar insanları şirke sok­mu­yor mu?

Dedi;

- Doğru; ama bunlar ıslah olmazlar.

Dedim;

- İnsanlar ıslah olmaz diye mücadeleyi bıra­kan bir  peygamber var mı? Bizim örneğimiz on­lar değil mi?

Dedi;

- Ben senin iyiliğin için söylüyorum. Sen gençsin, istikbalin parlak, bunlar ise çok güçlüdür. Bunlarla başa çıkamaz­sın. Geleceğini karartırlar.

Dedim;

- Bunlardan beklediğim bir şey yok ki. Ben Allah'a dayanıyorum, Allah'tan güçlüsü de yoktur.

Dedi;

- Ben senin için endişe ediyorum.

Dedim;

- Asıl ben sizin için endişe ediyorum. Sizin du­rumunuz cumartesi yasağını çiğneyen Yahudi­lere karşı mücadeleden kaçınanlara benziyor.

Bilindiği gibi Yahudilerde cumartesi günü av yasağı vardır. Davûd (a.s.) zamanında sahil kenti olan Eyle'de Yahudiler yaşardı. Yılın bir ayında her taraftan oraya ba­lıklar akın eder, balık çokluğundan neredeyse su görün­mezdi. O ayın dışında ise sadece cumartesi günleri balık gelirdi. Derken deniz kena­rında ha­vuzlar kazıp arklar açtılar. Balıklar cumartesi günü havuz­lara doldu ve pazar günü onları avladılar. Kendilerince yasağı çiğneme­miş oldular. Cezalanacakla­rından korka korka balıklardan ya­rarlandılar. Zamanla evlatlar ba­baların yo­lundan gitti. Mal mülk edindiler. Şehirden bu işi hoş karşılamayan bazı gruplar onları bundan vazge­çirmeye çalıştılarsa da vazgeçmediler. Dediler ki, "Ne zamandır biz bu işi yapıyoruz, bunun için Allah'tan hiçbir ceza gelmedi." Onlara denildi ki, "Aldanmayın, belki size bir azap gelir, yok olursu­nuz." Bun­lar bir sabah alçak maymunlar haline geldiler. Üç gün böyle yaşadılar, sonra he­lâk olup gittiler[2].

Bakara sûresinin 65 ve 66. âyetlerinde konu ile ilgili olarak şöyle buyurul­maktadır:

İçinizden cumartesi günü taşkınlık edenleri el­bette öğrenmişsinizdir. Onlara "Aşağılık maymun­lara dönün" demiştik.

Bunu yaptık ki, hem orada olanlar ve olmayan­lar için caydırıcı bir ceza, hem de sakınanlar  için  bir öğüt  olsun.

Bir bölük insan yasağı çiğneyenlerle müca­dele ederken, "Aralarından bir (başka) bölük şöyle di­yordu: "Allah'ın yok edeceği veya şid­detli azaba uğratacağı bir topluma niçin öğüt veriyorsunuz?" Öğüt verenlerin buna cevabı şöyle olmuştu: "Bu, Rabbinize, hiç değilse bir özür beyan edebilme­miz içindir, belki Allah'a karşı gelmekten sakınırlar" 

Ayetler şöyle devam ediyor:

Kendilerine yapılan öğütleri unutunca, Biz fe­nalıktan men edenleri kurtardık ve zalimleri, Allah' a karşı gelmelerinden ötürü şiddetli azaba uğrattık.

Kendilerine edilen yasakları aşınca, onlara: "Aşağılık birer maymun olun" dedik." (Araf 7/165-166) 

Siz, bize destek vereceğinize, dolaylı olarak suçlulara destek vermiş oluyorsunuz. Onların başına gelenlerin sizin başınıza gelmeyeceğinden emin olabilir misiniz?

Dedi;

- Bilmem kardeşim, ben seni düşünü­yorum.

Dedim;

- Bakın, bir nefes alacak kadar ömrümün kaldığını bilsem, o bir nefesi bu gibi  yanlışları düzelt­mek için harcamak isterim.

Sonra bu mücadeleler elinizdeki kitabı oluşturdu. Bu zat, kitabın birinci baskısını okudu ve bunun, önemli bir başarı olduğunu söyledi.

MÜRİT- Evet, bu konuda haklısınız. Bazı alimler, bile bile mücade­leden kaçınıyorlar. Ama eskiden gerçek ilim sa­hipleri vardı.

BAYINDIR- Gerçek ilim sahibi olmak yet­mez. O ilmi yerli yerinde kullanmak da gerekir. Bu konuda Allah Teâlâ bize Hz. Adem'i örnek veriyor. 

Onun öğretmeni bizzat Allah Teâlâ idi. Çünkü

"Adem'e bütün isimleri öğretmiş ve on­ları (insanın yaratılmasından hoşlanmayan) meleklere göstere­rek "Eğer doğruysanız bunların isim­lerini bana söyleyin" demişti.

Onlar da "Sen yücesin, bizim senin öğrettiğin­den başka bir bilgimiz yoktur. Şüphesiz bilen de sensin hakîm olan da, demişlerdi.

Allah "Ey Adem onlara varlıkların adlarını bildir." dedi. Adem onların adlarını bildirince Allah şöyle dedi: "Ben size dememiş miydim ki, göklerde ve yerde görünmeyeni bilirim, sizin açıkladığınızı ve gizlemekte olduğunuzu da bi­lirim."  (Bakara 31-33)

 

Sonra Allah, Adem'i ve eşini cennete yerleş­tirmiş ve Şeytanı göstererek şöyle demişti;

 

"Bak Adem! Bu, senin ve eşinin düşmanıdır. Sakın sizi cennetten çıkarmasın, yoksa mutsuz olursun.

Çünkü orada senin için ne aç kalma olacak, ne de çıplak kalma.

Orada ne susuzluk çekeceksin, ne de güneşte kalacaksın"

Sonra Şeytan ona vesvese verdi ve dedi ki:

"Adem! Sana o sonsuzluk ağacını ve yıpranmayacak bir saltanatı göstereyim mi?[3]

Bu cazip teklif, ona her şeyi unutturdu ve

"Her ikisi de o ağaçtan yedi. Sonra kendilerine ayıp yerleri göründü. Hemen Cennet yaprağıyla ör­tünmeye ko­yuldular. Ve Adem, Rabbine baş kaldırdı da yolunu  şaşırdı."  (Taha 20/121)

İşte Hz. Adem'in başına gelenler. Hiçbir alim onun şartlarına sa­hip olamaz. Öğretmeni Allah Teâlâ ve kaldığı yer Cennetti. Ne kötü insanlar vardı, ne de ekonomik sıkıntılar. Ama ebediyet ağacı ve çökmesi ol­mayan saltanat arzusu nasıl Hz. Adem'i isyana sürüklemiş ve şaşırtmışsa ünlü olma ve dünyalık arzusu da nice alimi, isyana sürükler ve şaşırtır. Çünkü Allah'ın verdiği ve vermeyi vadettiği ile yetinen çok az insan vardır. İnsan hep daha çoğunu ister. Allah’la bütünleşmeyi ve daha da ileri gitmeyi hedefleyenler az değildir[4].

İlim, helâl mala benzer. Helâl malıyla kötülük yapanlar gibi ilmiyle halkı saptıranlar da vardır. Gerçek alim, doğru davranan, karşı koyula­cağını bile bile doğruları söylemekten çekinme­yen alimdir. Doğru­ları bilen çoktur ama söyleyen azdır. Yoksa bunlar kimsenin bilmediği şeyler değil­dir.

MÜRİT-  Müslümanların Batı karşı­sında kesin yenilgi aldığını söylemiştin. Batılıyı Müslümandan üstün göremezsin. Allah Teâlâ, "Eğer inanıyorsanız en üstün sizsi­niz.[5]" demiyor mu?

 

BAYINDIR- Batılıyı Müslümandan üstün gören de kim? Ben Müslümanların Müslümanlık­tan uzak­laştığından bahsediyorum. Madem gayrimüslimle­rin uydusu ha­line gelmişiz ve bir asırdan fazladır bu böyle devam ediyor, öyleyse bu işte bir yan­lışlık var. Okuduğun âyet yanlış olamaya­cağına göre yanlışlık bizim Müslümanlığımızda olmalıdır. İçinde bulunduğu­muz durumu da Allah'ın bize verdiği bir ceza ola­rak kabul et­memiz gerekir.

Allah Teâlâ Kur'an-ı Kerim'de cezaya çarpı­lan kavimleri anlattıktan sonra şöyle buyurur:

Sana anlattıklarımız, o ülkelerin başından ge­çenlerdir. Onlardan ayakta duran da var­dır, biçi­lip gitmiş olan da.

Biz onlara kötülük etmedik, onlar kendilerine kötülük ettiler. Rabbinin buyruğu gelince, Allah'ın be­ri­sinden çağırdıkları tanrıların onlara bir faydası olmadı. Onların katkısı, sadece kayıplarını artırmak oldu. (Hud 11/101-102)

Müslümanlar sırf Allah'ı değil, Allah'a yakın bildikleri kişileri de yardıma çağırmaya devam ederlerse kayıpları daha da artar.

MÜRİT-   Hep müşriklerle ilgili âyetleri örnek ve­riyorsun. Bu yaptığın doğru mu? Senin mu­hatap­ların müşrik değil ki, hepsi de Müslüman.

BAYINDIR-  Kur'an'ın büyük bir bölümü şirkle ilgilidir. Bu konuda sadece Muhammed sallallahu aleyhi ve sellemi bu konuda uyaran şu âyet üzerinde düşünseniz bize hak verirsi­niz.

وَلَا يَصُدُّنَّكَ عَنْ آيَاتِ اللَّهِ بَعْدَ إِذْ أُنزِلَتْ إِلَيْكَ وَادْعُ إِلَى رَبِّكَ وَلَا تَكُونَنَّ مِنْ الْمُشْرِكِينَ (87)

وَلَا تَدْعُ مَعَ اللَّهِ إِلَهًا آخَرَ لَا إِلَهَ إِلَّا هُوَ كُلُّ شَيْءٍ هَالِكٌ إِلَّا وَجْهَهُ لَهُ الْحُكْمُ وَإِلَيْهِ تُرْجَعُونَ (88)

87-"Allah'ın ayetleri sana indirildikten sonra, artık sakın onlar seni bu ayetlerden alıkoymasınlar. Rabbine davet et. Asla müşriklerden olma!.

88- Allah'la beraber başka bir tanrı çağırma. Ondan başka tanrı yoktur. Her şey yok olacak yalnız onun zatı kalacaktır. Hüküm Onundur ve Ona döndürüleceksiniz. (Kasas 28/87-88)

Bu tenbih bizzat Hz. Muhammed'e yapıl­dığına göre bize hak vermeniz gerekir. Her Müslümanın bu konuda birbirini daima uyarmalıdır.

Müslümanlar bugün layık oldukları konumda değillerse bunun sebepleri vardır. Çünkü Allah Teâlâ hiçbir topluluğu boşuna helak et­mez. Şu âyetler her şeyi ortaya koyuyor:

 

فَلَوْلَا كَانَ مِنْ الْقُرُونِ مِنْ قَبْلِكُمْ أُوْلُوا بَقِيَّةٍ يَنْهَوْنَ عَنْ الْفَسَادِ فِي الْأَرْضِ إِلَّا قَلِيلًا مِمَّنْ أَنْجَيْنَا مِنْهُمْ وَاتَّبَعَ الَّذِينَ ظَلَمُوا مَا أُتْرِفُوا فِيهِ وَكَانُوا مُجْرِمِينَ (116)

وَمَا كَانَ رَبُّكَ لِيُهْلِكَ الْقُرَى بِظُلْمٍ وَأَهْلُهَا مُصْلِحُونَ (117)

116-"Sizden  önceki devirlerde yaşayanlardan biri­kimi  olanlar (fesattan nehyeden bir kısım fazilet sahipleri), ortalıktaki kokuşmuşluğa karşı  çıkmalı değiller miydi? Kendilerini kurtardığımız  pek azı bunu yapmıştır. O zalimler,  kendilerine verilen  refahın peşine takıldılar  da suçlu  kim­seler oldular.

 117-Yoksa  senin Rabbin,  halkı  iyi durumda i­ken (ahalisi muslih kimse oldukları halde), o  ülkeleri şirk[6] yüzünden helak edecek değildi ya?"  (Hud 11/116-117)

 

 



[1]- Metin sadeleştirilmiştir. Elimizdeki nüshadaki ifadeler şöyledir. " Ve on bir şakirtler Celil'e İsa'nın onlara emr etdigi dağa vardılar. ve Onu görünce ona secde kıldılar. Lakin bazısı şüphe etdiler. Ve İsa yanlarına gelüb anlara hitaben dedi ki, semada ve zeminde bütün hükumet bana verildi. İmdi gidiniz, cümle milletleri şakird ediniz. Onları Peder ve Ben ve Ruh'ul-Kudüs ismine vaftiz ediniz. Ve size emrettiğim şeylerin cümlesini hıfz etmeyi anlara talim ediniz ve işte dünyanın nihayetine degin ben her vakt sizin ile beraberim." ( Matta 16-20, Kitab-ı Mukaddes, Ahd-i cedîd, İbrani, Keldânî ve Yunan dillerinden tercüme. Dersaadet 1910. s. 43.)

[2]- Fahrüddin er-Râzî, Tefsir-i Kebîr, Matbaa-i Amire, 1307, c.1 s.553.

[3]- Taha 20/117-120.

[4]- Bu konuda, "Duada Evliyayı Aracı Koyma ve Şirk" (İstanbul 2001) adlı kitabımızın"Biz bilmeyiz, büyükler bilir" ve devamı bölümlerine bakılabilir.

[5]- Al-i İmran 3/139.

[6]-  Şirk diye tercüme ettiğimiz kelime "zulüm" dür. Çünkü Lokman suresinin 13. ayetinde "Şirk en büyük zulümdür." buyruluyor.

Sonraki sayfa»»

 
 
  Bugün 165 ziyaretçi bizimle..  
 
Diese Webseite wurde kostenlos mit Homepage-Baukasten.de erstellt. Willst du auch eine eigene Webseite?
Gratis anmelden