ABDULKADİR GEYLANİ
Allahü Teala şöyle buyurur:
Allah'a karşı yalan uydurandan yahut kendisine hiçbir şey vahyedilmemişken "Bana da vahyolundu" diyenden ve "Ben de Allah'ın indirdiği ayetlerin benzerini indireceğim" diyenden daha zalim kim vardır! O zalimler, ölümün (boğucu) dalgaları içinde, melekler de pençelerini uzatmış, onlara: "Haydi canlarınızı kurtarın! Allah'a karşı gerçek olmayanı söylemenizden ve O'nun ayetlerine karşı kibirlilik taslamış olmanızdan ötürü, bugün alçaklık azabı ile cezalandırılacaksınız!" derken onların halini bir görsen! (Enam 93)
Tasavvuf dininin mezhepleri olan tarikatların kurucuları bütün mutasavvıflar En'am suresi 93.âyetin şümulü içine girmişlerdir. Böyle inanan kimselerin hakkında nazil olmuştur. Beyazıd-ı Bestami ve Hallac-ı Mansur'dan Said Nursi'ye kadar geçen bütün mutasavvıflar âyetin dediği gibi inanmışlardır. Bazıları açıktan vahiy geldiğini ve eserlerinin vahiy ile yazdırıldığını söyledikleri halde, bazıları ise insanların tekfir etmesinden korktukları için eserlerinin ilhamla yazdırıldığını söylemişlerdir. Bunlardan bir iki örnek verebiliriz.
Abdulkadir Geylani şöyle diyor: “Cenab-ı Hak (c.c.) bana (ilham yoluyla) şöyle buyurdu:
- Ey Gavs-ı Azam!
- Buyur Allah'ım buyur, emrine amadeyim!
- İnsanlık alemiyle melekut (Ruhlar) âlemi arasındaki her hal ve sınır, şeriatın kendisidir. Melekut alemiyle, Allah'a varmanın üçüncü basamağı Ceberut â-lemi arasındaki her hal ve sınır, tarikatın kendisidir. Ceberut (batın) alemiyle lahut (ilahi âlem) arasındaki her hal ve sınır ise hakikatin kendisidir.
Ve sonra Allah (c.c.) şöyle buyurdu.
- Ey Gavs-ı Azam, Ben insanda zahir (belirgin) olduğum hiçbir şeyde zahir olmadım. Ve sonra şöyle sordum:
- Ya Rabb! Melekleri neden ve hangi şeyden yarattın?
- Ey Gavs-ı Azam, Melekleri insanın nurundan yarattım; insanları da kendi nurumdan vücuda getirdim. Rabbim sonra buyurdu:
- Ey Gavs-ı Azam! İnsanın cismi, nefsi, kalbi, ruhu, kulağı, gözü, ayağı, dili var ya, işte onların hepsinde Ben varım. (Hepsinde benim tecellim zahir olur; ben onların başkası değilim)
Karşılıklı konuşma devam edip gidiyor.
MEVLANA CELALEDDİN RUMİ
MESNEVİ
Mesnevi, Mısır'daki Nil'e benzer. Sabırlılara içilecek sudur. Firavun'un soyuna sopuna ve kafirlere hasret. Nitekim Tanrı da, Hak onunla çoğunu azıtır, çoğunun da yolunu doğrultur demiştir. Şüphe yok ki Mesnevi, gönüllere şifadır, hüzünleri giderir, Kur'an'ı apaçık bir hale koyar, rızıkların bolluğuna sebep olur, huyları güzelleştirir. Şanları yüce, özleri hayırlı katiplerin elleriyle yazılmıştır. Temiz kişilerden başkasının dokunmasına müsaade etmezler. Mesnevi, Âlemlerin Rabbinden inmedir: Batıl ne önünden gelebilir, ne ardından. Tanrı onu korur, gözetir; Tanrı en iyi koruyandır. Merhametlilerin en merhametlisidir.
MUHYİDDİN ARABİ
FUSÛS ÜL-HİKEM
Çünkü bu kitap nefis arzularından münezzeh ve içine fesad karışmamış olan en kudsi makamdan indirilmiştir.
Umarım ki ulu Tanrı duamı işitince nidamı kabul ede. Çünkü ben ancak indirilmiş hakikatleri dile getirdim. Halbuki ben Nebi değilim, Resul hiç değilim. Lakin Nebi'nin mirasçısı ve âhiretin koruyucusuyum.
SAİD NURSİ
(SİKKE-İ TASDİK-İ GAYBİ) HZ. ALİ'YE (R.A) SUHUF İNDİ Mİ?
ON SEKİZİNCİ LEM'A
Gizlidir herkese gösterilemez. Otuz birinci mektubun onsekizinci lem'ası Risale-i Nur şakirtlerine (talebelerine) işaret eden Hz. Ali (r.a.)nin bir keramet-i gaybiyesidir. (Gaybi, bilinmeyenleri bildirmesidir).
Said Nursi'nin, Hz. Ali'ye suhuf indiğine dair bazı iddiaları mevcuttur. Bu iddialarını on sekizinci lem'ada şöyle ifade ediyor:
Hazret-i Gavs-ı Âzam Şeyh Geylani'nin sarahat (açıklık) derecesindeki keramet-i gaybiyesini te'yid ve takviye eden (sağlamlaştıran) Hazret-i Esedullah-ul Galib Ali ibn-i Ebu Talib (r.a.) ve keremullahu vechehü (Ebu Talib'in oğlu olan galip ve üstün Allah'ın arslanı Hz. Ali (r.a.). (Allah, Hz. Ali'nin şahsını muhterem kılsın) kaside-i Ercüze-i Meşhuresinde aynen İhbarat-ı Gavsiyeyi tasdik edip işaret ediyor.
Bu surette İmam-ı Ali'nin (r.a.) hicretten otuz sene sonra Kufe'de yazdığı bu Ercüze'deki dokuz defa almış, otuz ilave edilse beş yüz yetmiş olur ki, Cengiz'in ve Hülağû'nun hücum ve tahribat zamanıdır. Sonra Hz. Cebrail'in, Âlâ Nebiyyina (a.s.m.) huzur-u nebevide getirip Hz. Ali'ye sekine namıyla bir sahirede yazılı ism-i âzam, Hz. Ali (r.a.)'nin kucağına düşmüş: “Ben Cebrail'in şahsını yalnız alaim-üs-sema (gök kuşağı) suretinde gördüm. Sesini işittim. Sahifeyi aldım; bu isimleri içinde buldum” diyerek bu ism-i azamdan bahs ile hadisat-ı zikirden sonra tahdis-i nimet suretinde diyor ki: Yani “evvelki dünyadan kıymete kadar ulumu esrar-ı mühimme (bilinmeyen gizli ilimler) bize meşhud derecesinde inkişaf etmiş. Kim ne isterse sorsun, sözümüzde şüphe edenler zelil olur.
Vahiy ile Allah tarafından gönderilen Zebur, Tevrat, İncil, Kur'an gibi büyük kitaplar, suhuf (sahife ç.) sahifeler kimlere gönderilir diye bir soru yöneltsek şüphe yok ki, çoğunluğu peygamberlere diye cevap verirler.
Peygamber olmayan herhangi bir kimseye kitap ve sahife gönderilir mi? Hayır derler. Bu Allah'ın adet kanunlarına aykırıdır. Bakınız Allah bu hususta şöyle diyor:
“Sizden öncede nice sünnetler (yasalar) gelip geçmiştir (uygulanmıştır). Yeryüzünde dolaşın da yalancıların sonunun nasıl olduğunu görün.” (3/137)
“Bu, Allah'ın öteden beri süre gelen sünneti (yasası)dır. Allah sünnetinde (yasasında) bir değişme bulamazsın” (48/23)
“Sizden önce geçenler arasında da Allah'ın yasası böyle idi. Allah'ın emri, olup bitmiş bir şeydir.” (33/38)
Cenab-ı Hak, Kur'an-ı Kerim'inde herhangi bir sahabiye, özel olarak da Hz. Ali'ye bir sahife (suhuf) gönderdiğini söylemediğine göre Said Nursi'nin Hz. Ali'ye Cebrail vasıtasıyla sekine adında bir sahife gönderdiğine ait bir delili olmalıdır. Bir delil göstermediğine göre böyle bir inanış Allah'a, Resulüne, kitabına ve Hz. Ali'ye iftira olur.
DEVAMI>>>