C- İmamın Sıfatları ve Bilgisi
İmam hayali bir şahsiyet haline getirildikten sonra onun için çok şeyler söylenmeye başlamıştır. İşte İrandaki şiilerin imamla ilgili inançlarından bir bölüm daha:
“İmamın ilahi hükümlere, ilahî marifete, bütün bilgilere sahip olması peygamber yahut kendisinden önceki imam vasıtasıyladır. Yepyeni şey hakkında da imam, Allah Teâlânın ona ihsan ettiği kudsi kuvvetle, ilham yoluyla gereği gibi hükmeder, o şeyi künhüyle anlar, bilir. Bir şeye yönelirse, onu bilmek dilerse o şey hakkında ancak gerçeği bilir, yanılmaz, şüpheye düşmez; bu hususta akli delillere, yahut belletenlerin belletmesine ihtiyaç yoktur; bilgisi iktiza edince daha da derinleşir, daha da ziyadeleşir ve bu yüzdendir ki Resul-i Ekrem’e, ” Rabbim bilgimi ziyade et.” demesi emir buyurulmuştur “
“…. İmam herhangi bir şeyi bilmek dilerse o işin bütün gerçeği tozdan pasdan arınmış, yapımı güzel bir aynaya, karşısındaki şeyler, nasıl akseder, olduğu gibi görünürse İmamın gönlüne de böyle akseder, görünür. “
“….. Hiç biri bir muallime gitmemiş, bir mürebbiden bir şey öğrenmemiştir; hatta okumayı, yazmayı bile talim yoluyla elde ettiklerine dair bir rivayet mevcut değildir. Hiç biri, bir hocadan ders görmemiş, hiç biri bir mektebe, bir medreseye gitmemiştir. Böyle olduğu halde kendilerine bir şey sorulunca ona derhal ve en doğru cevabı vermedeler, dillerine, bilmiyorum sözü gelmediği gibi cevap vermek için düşünmeleri, yahut cevabı bir müddet sonraya tehirleri de vaki değildir…”[5]
Bu özellikler de Hz. Peygamberde bulunmayan özelliklerdir. Çünkü bunlar onu beşer olmaktan çıkarır. İnsanların bir kısmı Hz. Peygamberde bir insan üstülük görmek istemişler, sıradan bir insanın peygamber olamayacağını zannetmişlerdi. Kur’an-ı Kerim bu durumu şöyle bildirmektedir.
” Dediler ki, yerden bize bir pınar fışkırtmadıkça sana inanacak değiliz. veya senin hurma bahçen ve üzüm bağın olur, arasından gürül gürül ırmaklar akıtırsın. Yahut kuruntusunu ettiğin gibi gökyüzünü üstümüze parça parça düşürür veya Allah ile melekleri karşımıza getirirsin. Yahut ta senin altından bir evin olur veya göğe çıkarsın. Bize okuyacağımız bir kitap getirmedikçe göğe çıktığına da inanacak değiliz ya. Deki, Rabbımı tenzih ederim. Ben Allah’ın elçi olarak gönderdiği bir beşerden başka neyim ki ? Zaten karşılarına doğru yol çıkınca insanları ona inanmaktan alıkoyan sadece onların şu sözleridir : Allah elçi olarak bir beşeri mi gönderir?” (İsrâ 17/90-94)
Hırıstiyanlar, Hz. İsa’ya olan aşırı bağlılıklarnıdan dolayı onu Allah’ın oğlu kabul etmişler, Tanrının Hz. İsa’nın şahsında insan kılığına büründüğünü söylemişlerdir.
Hz. Peygamberin beşer olma özelliğini ilk müminler çok iyi kavradıkları için vahiy gelmeyen konularda ona itiraz ediyor ve karşı görüşlerini belirtiyorlardı. Meselâ bunlardan biri Bedir savaşında olmuştur. Hz. Peygamber ordusunu akşam üzeri, Bedir sularından Medine’ye en yakın olanının başına kondurmuştu. Burada el-Habbâb b. el-Münzir bir askeri uzman olarak kalktı ve dedi ki, ” Ya Resulellah ! Bu karargaha baksana, buraya seni Allah mı kondurdu. Buradan ileri veya geri gitmeye hakkımız yok mudur ? Yoksa bu bir görüş, bir strateji, bir harp hilesi midir ? Hz. Peygamber buyurdu ki, ” Bu bir görüş, bir strateji ve harp hilesidir.” Dedi ki, Ya Resulellah burası uygun bir yer değildir. Orduyu kaldır, Kureyş’e en yakın kuyunun başına gidip konaklayalım. Gerideki kuyuların içini tahrip edelim. Sonra bir havuz yapıp içini su dolduralım. Sonra onlarla savaşalım. Biz su içeriz, onlar içemezler. ” Peygamberimiz buyurdu ki, ” Doğru bir görüş belirttin.”[6]
D- İmamlara İtaat
İmamlara kayıtsız şartsız itaat edilmesi ön görülmektedir. Bu konuda da İran şiilerinin inançlarından nakilde bulunalım :
” Onların buyrukları Allah Teâlâ’nın buyruklarıdır. Nehiyleri onun nehyidir. Onlara itaat, Allah’a itaattır. Onlara isyan Allah’a isyandır. Onları seven Allah’ı sever. Onlara düşman olan Allah’a da düşman olur… “[7]
Hırıstiyanlar Hz. İsa’daki uluhiyet ruhunun papaya, papaza, kardinale ve rahibe geçtiğine inanmaktadırlar. Bunların Allah’tan ilham aldıkları ve asla yanılmayacakları kabul edilmekte ve onlara kayıtsız şartsız itaat edilmesi istenmektedir. Bu bir aşırılıktır.
Hz. Ali ve evladına karşı da aşırı davranıldığı görülmektedir. Halifeler yani imamlar, yer yüzünde Allah’ın bir memurudurlar. Uyacakları talimatı da Hz. Peygamber getirmiştir. Bu da Kur’an-ı Kerim ve Hz. Peygamberin söz ve uygulamalarıdır.
Allah Teâlâ hazretleri şöyle buyuruyor : “Ey inananlar ! Allah’a boyun eğin, onun Elçisine ve sizden olan yetkililere boyun eğin. Allah’a ve ahiret gününe inanıyorsanız, bir konu üzerinde anlaşamayınca onu hemen Allah’a ve Elçisine bırakırsınız. Bu hem hayırlı, hem de sonucu daha güzel bir tutumdur.” ( Nisa 4/59)
Ayeti Arapçadaki dizilişine göre tercüme edecek olursak şöyle dememiz gerekir : ” Ey inananlar! Allah’a boyun eğin, onun Elçisine boyun eğin, sizden olan yetkililere de…” Burada, yetkililere boyun eğme emri, Allah’ın elçisine boyun eğme emrine bağlantılı olarak verilmiştir.
Peygamberlere kayıtsız şartsız boyun eğilir. Ama bundan, yetkililerimize de kayıtsız şartsız boyun eğmemiz gerektiği anlaşılamaz. Çünkü peygamberlerin hiç bir konuda Allah’a isyan etmeyeceğini biliyoruz. Ama yetkililerimiz bir paygamber gibi günahsız olamazlar. Bir hadis-i şerifte şöyle buyuruluyor : “Yaratıcıya ısyan olan yerde yaratılmışa boyun eğilmez.” (Müslim, imaret 39; Ebû Davud,cihad 87) Bir diğer hadis-i şerifte de şöyle buyuruluyor : ” Boyun eğme sadece marufta olur.” (Buharî, ahkâm 4, Müslim, imaret 39-40) Maruf, Kur’an’a, sünnete ve geleneğe uygun şey demektir. Bu sebeple yetkilinin islam yasalarına aykırı emri kişiyi sorumluluktan kurtaramaz.
Ali b. Ebî Talib radiyellahü anh şöyle demiştir : “İmamın görevi Allah’ın indirdiği ile hükmetmek ve emaneti yerine getirmektir. Böyle yaparsa vatandaşların onu dinlemesi ve ona boyun eğmesi gerekir. “[8]
Halifeye kayıtsız şartsız boyun eğmenin bir inanç haline gelmesi bu konuda denetim görevinin tamamen ortadan kalkması demek olur.
E- Ric’at İnancı
İmamların ölümlerini kabul etmek istemedikleri için bazı aleviler ric’ata veya ruh göçüne inanmışlardır.
İran şiilerinin ric’ata inanır. Bunu şöyle açıklarlar :
” İmamiyenin, Ehl-i beytten gelen rivayetlere göre, Allah Teâlâ’nın ölenlerin bir bölümünü öldükleri surette dünyaya getireceğine, böylece de bir bölüğün yüceltileceğine, bir bölüğünün alçaltılacağına, gerçeklerin haklı olduklarının, zalimlerin haksız bulunduklarının meydana çıkacağına inançları vardır.”
“Dünyaya döndürülecek kişiler imanda en üstün olanlarla fesadda en aşağı derecede blunanlardır..” [9]
F- Takiyye İnancı
Bu inanç şöyle açıklanmaktadır :
Takiyye, bir toplumdan yahut birinden çeşitli suretlerde korunmak, mensub olduğu zümreyi o zümrenin malını canını, inancını zarardan emin etmektir. Bu, kendilerinden ve kendilerine uyanlardan zararı uzaklaştırmak, canlarını korumak, müslümanların düzeninini ve birliklerini sağlamak için Ehl-i beytin şiarıdır. [10]
Takiyyenin sebep olduğu aşırılıklar :
Hz. Ali’nin 30 sene takiyye yaptığı, düşman olduğu halde dost göründüğü iddia ediliyor. Bu onun haşa, hilekar, iki yüzlü ve münafık tipli olduğu kanaatini vermez mi ?
Diğer taraftan Hz. Ali’nin ve ehl-i beytin dışında olanlar, onlara düşman oldukları halde iki yüzlülükle onlara dost görünmüş olmazlar mı? Sonuçta Resulüllah’ın bütün ashabı münafık ve iki yüzlü içi başka, dışı başka kişiler durumuna düşmezç mi? O zaman Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem kendi ashabını iki yüzlü bir şekilde yetiştirmiş demektir. Halbu ki, Allahü Teâlâ hazretleri bu konuda şöyle buyuruyor :
” Muhammed Allah’ın elçisidir. Kendisiyle birlikte olanlar kafirlere karşı sert, birbirlerine karşı ince kalplidirler. Onları rükuda ve secdede görürüsün. Allah’ın bir lutfunu ve bir rızasını ararlar. Yüzlerinde secde izinden nişanları vardır. Bu, onların Tevrattaki özelliğidir. İncil’deki özellikleri de şöyledir : Onlar filizini çıkarmış, onu güçlendirmiş, kalınlaştırmış ve sapı üzerine dimdik duran bir ekine benzerler. Bu, ekincileri sevindirir. Bütün bunlar, onlar karşısında kafirler öfklensin diyedir. Allah, o kafirlerin içinden inanıp ve iyi işler yapanlara da hem bağış, hem de büyük bir ödül vadetmiştir. “ (Fetih 48/29)
II- HZ. ALİ’Yİ AŞIRI HORLAYANLAR
Hz. Ali’yi aşırı horlayanların başında Haricîler gelir. Bunlar başlangıçta Hz. Ali taraftarı iken Hz. Ali ile Muaviye arasında çıkan Sıffîn savaşında Muaviye, kaçmaya yeltendiği bir sırada bu zor durumdan kurtulmak için hakem tayini düşüncesini ortaya attı. Muaviye’nin ordusu, Kur’an-ı Kerim’i havaya kaldırdılar. Fakat Hz. Ali savaşa devamda kararlıydı. Daha sonra haricî adını alan bir grup önce Hz. Ali’yi hakem tayinine ve bilirli bir hakemi kabul etmeye zorladıkları halde daha sonra hakeme baş vurmayı büyük bir günah saydılar. Hz. Ali’nin, işlemiş olduğu bu günahtan dolayı tevbe etmesini istediler. Çünkü onlara göre Hz. Ali hakeme başvurmakla küfre girmişti. Nitekim kendileri de bu sebeple kafir olduklarını ve tevbe ederek yeniden islama girdiklerini sanıyorlardı. Haricilerden bir kısmı Hz. Ali’ye tabi olanları da müşriklikle suçluyorlardı. [11]
SONUÇ
İnsanlar Allah’ın kulu, Allah da insanların Rabbidir.
Kul kelimesinin arapçası abd’dır. Kul ve köle anlamına gelir. Rab kelimesinin türkçesi de sahip demektir. Günümüz Arapçasında rabb kelimesi Bu anlamda kullanılmaktadır. Mesela kapital sahibine rabb’ül-mâl denir. İslam hukuku ile ilgili kitaplarda bu terim vardır. Köle efendisine “Rabbim” diye hitabeder. Hz. Yusuf’un, kardeşleri tarafından kuyuya atılmasından sonra Mısır hükümdarına köle olarak satıldığını biliyoruz. Hükümdarın karısı Hz. Yusuf ile ilişkiye girmek istediği zaman o Allah’a sığınmış ve kadının kocası için şöyle demişti : “O benim Rabbimdir, beni çok iyi barındırmıştır.” (Yusuf 12/23)
Abd ve Rab kelimeleri kişi ile Allah arasındaki ilişkileri belirleme hususunda gözümüzün önüne bir örnek getirmektedir. Efendi ve köleyi düşünelim. Efendi kölesi üzerinde tam bir egemenliğe sahiptir. Köle, efendisine kayıtsız şartsız boyun eğemek zorundadır. Onun malı üzerinde de şahsı üzerinde de bir yetkisi yoktur. O ancak efendisinin verdiği yetkiyi kullanabilir. Baba oğul ilişkisi ise farklıdır. Oğul babasının varisi, mülkünde az çok söz sahibi ve kendiliğinden bazı şeyleri yapmaya yetkilidir. İşte Allah ile kul arasındaki ilişki bir baba oğul ilişkisi değil, köle ve efendi ilişkisi gibidir. Allah’ın yetki vermediği bir konuda hiç kimse kendini yetkili sayamaz. Tek yetki kaynağı Allah Teâlâdır. Hz. Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem de onun kuludur. Kelime-i şehadet getirirken Hz. Peygamberin Allah’ın kulu olduğunu öncelikle vurgular sonra onun elçisi olduğuna inandığımızı söyleriz.
İnsanlar hep bu noktada yanılırlar. Allah’ın hiç kimseye vermediği yetkiyi kendi kuruntularına göre bazılarına tanır, onları Allah’ın egemenliğine ortak ederler. Hırıstiyanlar, Hz. İsa’ya Allah’ın oğlu demiş ve onu tanrılaştırmışlardır. Yahudiler, kendileri için Allah’ın oğulları ve sevgilileri diyerek[12] zaman zaman Tevratı değiştirmekte, Allah’a ait olan yetkileri her defasında daraltmaktadırlar. Kimileri melekleri Allah’ın kızları sanmış, kimileri ise bir kısım velilere tasarruf yetkisi tanıyarak insanları onlar arasında paylaştırmışlardır. Bazıları da kendilerini Allah’ın bir temsilcisi sayar, kendilerine gösterilen saygının aslında Allah’a gösterilmiş olacağını söyler ve insanları Allah’a ait olan egemenlik konusunda yanıltırlar. Bu iddiaların hepsi de delilsiz olduğu için birer sapıklıktan başka bir şey olmaz. Bazıları da Allah’ın bazı kişilerin kılığına girdiğini ileri sürmüşler ve bu yolla sevdikleri bir kısım kişilere kutsallık vermeye çalışmışlardır. Bugün bir kısım aleviler arasında telaffuz edilen Ali sırrı bu anlamı çağrıştırmaktadır. Bunlardan hiç birinin bir belgesi yoktur. Allah’ın egemenliğini daraltma çabaları Kur’an-ı kerimde şirk olarak tanımlanmış ve bu, bağışlanmaz bir suç sayılmıştır. ” Allah kendisine ortak koşulmasını hiçbir şekilde bağışlamaz. Bunun dışındakini, dilediği kimse için bağışlar. Kim Allah’a ortak koşarsa gerçekten pek büyük bir günah uydurmuş olur.” (Nisa 4/48)
İnsanların Kur’an-ı Kerim karşısındaki tutumları farklıdır. Bazıları içtenlikle Kur’an’a uymak ister, bu yolda elinden geleni esirgemez; malını, canını ve her şeyini feda etmekten zevk duyar. Bazıları da Kur’an’ı kendine uydurmak ister. Müteşabih ayetlere bel bağlayarak arzusuna uygun yorumlar çıkarmaya çalışır.
“Sana vahyettiğimiz Kitap gerçeğin ta kendisidir. Kendinden öncekileri de doğrulamaktadır. Allah kullarından, kesinkes haberdardır ve onları görmektedir.
Sonra bu Kitab’ı kullarımız içinden seçtiklerimize bıraktık. Onlardan kimi kendini yanlışa sürükler, kimi orta yolu tutturur., kimi de Allah’ın izniyle hayırlarda öne geçmek için yarışır. İşte faziletin büyüğü budur.” (Fatır35/31-32)
” Sana Kitab’ı indiren odur. Onun bir kısım ayetleri (muhkem) açık anlamlıdır. Bunlar Kitab’ın temelidir. Diğerleri de , bir çok anlama çekilebilen ayetlerdir. İşte yüreklerinde yamukluk olan kimseler, fitne çıkarmak ve ayetleri kendilerine göre yorumlayabilmek için bir çok anlama çekilebilen (müteşabih) ayetlere bel bağlarlar. Oysaki o ayetlerin yorumlanmasını Allah’tan başkası bilmez. İlimde derinleşmiş olanlar ise şöyle derler : «Biz bu Kitab’a inandık, hepsi de Rabbımızın katından gelmedir.”» Bunu ancak sağduyu sahipleri anlayabilir.” (Al-i İmrân 3/7)
Hz. Ali ile ilgili tartışmaların çoğu Hz. Ali’nin kabul edebileceği tartışmalar değildir. Madem onu Hz. Peygamber Hz.İsa’ya benzetmiş konuyu Hz. İsa ile ilgili bir ayetle bitirelim :
“Allah şöyle demişti : « Ey Meryem oğlu İsa, insanlara Allah’ı bırakın da beni ve anamı iki tanrı edinin diyen sen misin ?» Demişti ki, «Haşa, sen yücesin, hakkım olmayan bir sözü söylemek bana yakışmaz. Eğer onu söylemişsem elbette bilirsin. Sen bende olanı bilirsin ama ben sende olanı bilmem. Çünkü gizlileri bilen yalnız sensin.»
“Sen bana ne emrettiysen ben onlara yalnız onu söyledim. Benim de rabbım, sizin de rabbınız olan Allah’a kuluk edin dedim. İçlerinde bulunduğum sürece onları gözetiyordum. Beni vefat ettirince artık onlar üzerine denetleyici yalnız sen oldun. Sen her şeyi görüp gözetirsin.” (Mâide 5/116-ll7)
——————————————————————————–
* Bu yazı, ll.l2.l994 günü, Milli Gençlik Vakfı Ümraniye Şubesi tarafından düzenlenen ve Ümraniye’de Belediye Sinema Salonunda yapılan Alevilik toplantısı sebebiyle hazırlanmıştır.
Toplantıya katılanlar: Abdülaziz BAYINDIR, Doç. Dr. Mustafa ÖZ (Marmara Üniversitesi İlahiyat Fak. Öğretim Üyesi), Cemal ŞAHİN ( Çorum Milletvekili) Muharrem Naci
[1]- İbn Manzûr, Lisan’ül-Arab, Beyrut c. l0 s. 492.
[2]- Muhammed Rıza’l-Muzaffer, Akâid’ül-İmâmiyye (Abdülbakî GÖLLPINARLI tarafından Şia İnançları adıyla tercüme ve neşredilmiştir. )İst. l978, s.50.
[3]- Muhammed Rıza el-Muzaffer, a.g.e. s. 51.
[4]- Müslim, Cihad, 58.
[5]- Muhammed Rıza el-Muzaffer, a.g.e. s. 52-53.
[6]-
[7]- Muhammed Rıza el-Muzaffer, a.g.e. s. 54.
[8]- Fahrüddin er- Râzî, ete-Tefsîr’ül-Kebîr, Dar’üt-tıbaat’il-âmire, c. III, s. 357.
[9]- Muhammed Rıza el-Muzaffer, a.g.e. s. 63-66.
[10]- Muhammed Rıza el-Muzaffer, a.g.e. s. 67.
[11]- Muhammed Ebû Zehra, İslamda Siyasî ve İtikâdî Mezhepler Tarihi ( Tercüme Hasan Karakaya ve Kerim Aytekin.)İstanbul, s. 71 vd.
[12]- Maide Suresi 5/l8