İslam dini insanın dini yükümlülüğünü, onun akleden ve irade sahibi bir varlık oluşuna bağlamış ve bu iki yeteneği onun fıtratına yerleştirmiştir. Dolayısıyla insan bilinçli olarak yaptığı işlerden sorumludur.Akıl insanın bilgi edinmesini sağlayan bir güçtür. İnsan, aklı sayesinde varlıkların hakikatini bilme, iyi ile kötüyü, güzel ile çirkini birbirinden ayırma imkanına sahip olur. Akıl, fizik dünya ile ilgili olarak, duyuların dış dünyadan algılayıp kendine ilettikleri izlenimleri kavram haline getirir. Bunların aynı nitelikte olanlarını bir araya toplar, farklı nitelikte olanlarını ayırır, kavramları birbirleri ile kıyaslayarak varlık ve olayları anlamaya çalışır.
Görülüyor ki duyuların dış alemden elde ettiği izlenimler, akıl için bir malzeme niteliğindedir; akıl onları kullanarak bilgi haline dönüşturür. Bu nedenledir ki aklı olmayan insanın dış dünyayı algılaması epistemik açıdan bir anlam ifade etmemektedir. Duyu izlenimlerine dayanmayan kurgular ise sadece veri tabanı olmayan hayallerden ibarettir. Bilindiği üzere varlık alemi en temelde duyu organlarıyla algılanabilen (fizik) ve duyular ötesi (metafizik) olmak üzere iki boyutludur. Kendisine mikrokosmoz denilen insanda da bu iki boyutu görmek mümkündür.
İnsan gayreti ölçüsünde kendi tecrübe sınırları içinde olan fizik alemden, bilimsel etkinlikle nesnel/ölçülebilir bilgi edinebilmekte, bu konudaki merakını, ihtiyacını giderebilmekte ve maddi hayat üzerinde etkin olabilmektedir. Diğer yandan insanın varoluşsal bir zorunluluk olarak hissettiği ve hayatı anlamlandırabilmesi bakımından vazgeçilmez olan temel problemleri deney ve tecrübenin, fizik alemin sınırlarını aşmaktadır. Kendi varlığının sebebi, yaşamın anlam ve hedefi, niçin, nasıl ve hangi ölçülere göre yaşanılması gerektiği, ölüm sonrası durumunun ne olacağı vb. gibi temel sorular aynı yöntemle cevaplandırılamamaktadır.
Çünkü metafizik alemle ilgili problemler duyuların sınırını aştığı için bu noktada duyular akla malzeme sağlayamamaktadır.İşte bu durumda vahiy devreye girmektedir.Vahiy fizik dünyada duyuların yaptığını metafizik alemle ilgili olarak yapmakta, akla varlığın metafizik boyutuyla ilgili malzeme sağlamaktadır. Akıl da fizik alemde olduğu gibi bu malzemeleri kullanarak yorumlar yapmakta, çıkarımlarda bulunmaktadır.
Vahyin doğruluğu Allah’ın kelamı oluşuna, Allah’ın varlığı da vahye dayandırılacak olursa ortaya bir kısır döngü durumu çıkar.Bunun önüne geçebilmek için hiç olmazsa birinin akla dayandırılması gerekir. Peygamberin doğruluğu mucizeye dayandırıldığı gibi, vahiy veya onu gönderenin de akla dayandırılması gerekir.Görülüyor ki en azından vahyin açıklanması için akla ihtiyaç vardır.Yani vahiy kendisini akıl yoluyla ifade edebilmektedir. Ancak akıl fiziki dünyada olduğu gibi metafizikte de veriye dayanmadan kendi kendine kurgularda bulunamaz. Bulunursa da bu herkes tarafından kabul edilebilecek delillerle temellendirilemez ve şahsî kalır.
Şu halde duyular ve vahiy aklın rakibi veya onun yerini alabilecek kavramlar değil, ona veri toplayan ve servis yapan partner durumundadırlar. “Vahiy, duyular ve akıl” arasındaki ilişki bir bakıma görme olayında, “göz, ışık ve görülecek obje” arasındaki ilişki gibidir. Aklın doğru bilgi ortaya kayabilmesi için şu hususlara dikkat etmek gerekir:
1. Kişinin heva, heves gibi tutkularının ve yaşanılan çağın zihinsel ve maddi koşullandırmalarının esaretinden korunması gerekir ki, buna “akl-ı selîm” de denir.
2. Çıkarımın sağlam veriye dayanması gerekir. Dikkatli olarak yapılmamış bir gözlem, yanlış algı, aklı yanıltabildiği gibi, doğru olmayan bir nakil (rivayet) de aklı yanıltıp yanlış çıkarımlara sebep olabilir. Bazı kimselerce bu durum akıl ile naklin (Kur’an sünnet) çeliştiği şeklinde değerlendirilir.
3. Akıl ve naklin çatıştırılmaması gerekir. Çünkü bunlar birbirinin alternatifi değil tamamlayıcısıdırlar. Eğer bir çatışma gözleniyorsa problem ya naklin sahih olmamasından ya aklın doğru çıkarımda bulunmamasından ya da birinin diğerinin alanına girmesinden kaynaklanmaktadır.
4. Öte yandan gerek duyulur alemle gerekse metafizikle ilgili olarak aklın ortaya koyduğu bilgilerin mutlak ve hakikatin kendisi olduğu düşünülmemelidir. Zira insan yaratılışı itibariyle gerçeği tümüyle kavrayabilecek yeteneklerden yoksundur.
İslam bilginleri tecrübe, vahiy ve akıl arasında böyle bir uyum oluşturmuşlardır. Bunların her biri tek başına bilgi kaynağı ve bilginin doğruluğunun ölçüsü olarak kabul edilmemiştir. Aksi halde dogmatizme kapı aralanmış olur. Görüldüğü üzere kutsal metinlerin ve dolayısıyla dinin anlaşılmasında aklın vazgeçilmez bir rolü vardır. Dini metinler akla rağmen değil, akıl eşliğinde bir işleve sahip olabilmektedir. Bundan dolayı Kur’an-ı Kerim’de yüzlerce ayette “akletme” emredilmektedir.
*Prof. Dr. İlyas Çelebi, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Kelâm Anabilim Dalı Öğretim Üyesi