Toplumsal Dayanışma Kültür Eğitim ve Sosyal Araştırmalara Derneği (TOKAD) tarafından her Pazar günü dernek binasında düzenlenen eğitim seminerlerinde bu hafta hadis usulû konusu işlendi. Özgür-Der Çorum Şubesi Başkanı Bülent Gökgöz’ün konuşmacı olduğu ve “Hadise Yaklaşımda Usûl” başlıklı seminerde, Bülent Gökgöz, hadise yaklaşım meselesinin önemini ve bu konudaki yanlışların doğurduğu geleneksel ve modern sonuçları hatırlatarak başladığı konuşmasında, konuyu çeşitli alt başlıklar altında izah etti. Soru-cevap kısmında dinleyicilerin de katılım sergilediği seminerde, Gökgöz şu hususlara değindi.
- Hadis, literatürde Hz. Peygamber’in söylediği sözler olarak kabul edilmektedir. Usûle ilişkin çalışmalar ise hicri II. yüzyıldan itibaren başlamıştır. Arada geçen sürenin uzunluğu, hadis derlemelerinde çeşitli sıkıntılara yol açmıştır. Diğer bir sıkıntı ise Kur’an’ı referans alan akletme fiilinin terk edilmesi ve nakilci/taklitçi bir yaklaşımın benimsenmesidir. Klasik hadis usulü hadis rivayet eden şahısların güvenirliğine odaklanırken, bu hususun tek başına yeterli sayılamayacağı gerçeğini atlamıştır.
- Hadis değerlendirmeleri çerçevesinde tarih boyunca önemli tartışmalar yaşanmıştır. Siyasi, kültürel ve coğrafi faktörlerin de devreye girdiği bu süreçte, özellikle mezhebi kaygılar hadis tedvini ve değerlendirmelerini önemli derece etkilemiştir. Herkes, kendi düşüncesine ve mezhebine, fırkasına uygun bir hadis derlemesine gitmiş, ayrıca bu dönemdeki siyasi çalkantılar ve fırkalaşmalar hadis uydurma gibi bir sonucu da gündeme getirmiştir.
- “Mütevatir” kavramı hadis usûlünde önemli bir yere sahiptir. Oysa ki teknik açından değerlendirildiğinde “mütevatir hadis” diye bir kavram olamaz. Çünkü “mütevatir” kavramı hadisle değil, sünnetle ilgilidir. Sayısı belirlenmeye ihtiyaç duyulmayan kalabalıkların uygulamalı olarak sonraki kuşaklara aktardıkları dini uygulamaları ifade eden bu kavram zamanla rivayetler için de kullanılmıştır. Kimi hadisçiler iki, kimiler ise iki yüz kadar “yalan üzere birleşmeleri mümkün olmayan kişi”nin rivayet etmesini, bir hadisin mütevatirliğine delil gibi gösterebilmişlerdir. Oysaki sened zinciri olan yerde, mütevatir kavramının söz konusu edilmesi tutarsızlıktır.
- Hadis derlemeleri esnasında “sahabe” kavramının ne ifade ettiği hususu farklılıklara yol açtığı için, “mütevatir” kavramı gibi bu kavram da günümüzde doğru değerlendirilmeye muhtaçtır. Geleneksel anlayışta sahabe kavramı; Hz. Peygamber’i bir kez olsun görenden, çocuklara kadar varan bir genişlikte yaygınlaştırılmıştır. Özellikle Ümeyyeoğulları’nın önemli bir kısmının Mekke’nin fethinden sonra Müslüman olması, sahabe tanımının sınırlarını genişleten bir etken olmuştur. Hâlbuki sadece Hz. Peygamber ile aynı zamanda doğmuş, yaşamış ya da aynı mekanda bulunmuş olmak tek başına sahabe olmanın ölçütü sayılamaz. Bu bağlamda Hz. Peygamberle birçok süreci beraber paylamış arkadaşlarının sahabe kabul olarak ifade edilmesi, daha itidalli bir yaklaşım gibi görünmektedir.
Metin tenkidi ihmal edilmiştir
- Sened değerlendirmesi hadis usûlünde maalesef egemen tercih olagelmiştir. Klasik hadis usulü rivayetleri tenkit etmekle değil, bir anlamda sadece rivayetleri nakletmekle yetinmiştir. Ehl-i rey’in aklı önemseyen ve Kur’an’ı öne çıkaran yaklaşımı şiddetle ret ve tenkit edilmiştir. Hatta Ebu Hanife, hadise yaklaşımda aklı öne çıkardığı için Buhari’den ve kendi talebelerinden önemli eleştiriler almıştır. Senet tenkidini öne çıkaran farklı mezhebî ekollerin zorunlu gördükleri durumlarda sened zincirine olan hassasiyetlerini dahi göz ardı edip, reddettikleri ekollerden ravilerin üzerini çizdiği düşünüldüğünde, bu tür eleştiriler pek de haklı sayılamaz.
- Metin tenkidi yerine senet tenkidinin aşırı bir kabule mazhar olmasıyla birlikte, Kütüb-ü Sitte gibi hadis kitapları, Kur’an gibi kesin doğruluğa sahip bir kaynak gibi kabul görmüştür. Birçok önemli ismin dahi eserlerinde senedi bulunmayan hadisleri aktararak, kendi usûllerine aykırı hareket ettikleri göz önüne alınırsa, hadis kaynaklarını eleştiriden muaf tutmanın ve onları kutsayan bir yaklaşım sergilemenin yanlış olacağı ifade edilebilir. Örneğin İmam Gazali, İhya-i Ulumid Din adlı eserinde bin civarı hadisi sened göstermeden aktarmıştır. Başta rivayetindeki sorunlar olmak üzere birçok tartışmayı beraberinde getirebilen Cevşen, sırf önemli isimler tarafından benimsendiği için hadis usûlcüleri tarafından pek değerlendirilmemektedir. Hz. Peygamber’e ait olmadığı bilindiği halde, sadece genel kabul görmesine istinaden rivayetin kabul edilmesi; hadis anlayışındaki tutarsızlıklara gösterilebilecek önemli ve güncel bir örnektir.
Hadise yaklaşımda Şafii’nin etkisi
- İmamı Şafii’nin “Hadis=Sünnet=Vahiy” şeklindeki sorunlu yaklaşımı, hadis anlayışında ciddi kırılmalara sebep olmuştur. Hadisleri Hz. Peygamber’le özdeşleştiren bu yaklaşım neticesinde Hz. Peygamber’le, ona izafe edilen sözler olması gereken hadisler aynı şey gibi tasavvur edilmiştir. Tartışmaları gerçek zemininden çıkartıp, duygusal bir zemine taşımıştır. Bunun sonucunda Hz. Peygambere duyulan saygı ve sevgi; birebir O’nun söylediği kabul edilen hadislere karşı eleştirel bir yaklaşım sergilenmesinin tahammülsüzlükle karşılanması neticesini vermiştir. Şafii bu yaklaşımıyla ayrıca hadisleri sünnetle eşitleyerek, hadisleri vahiy gibi korunan birer ilahi metin mertebesine de yükseltmiştir. Hâlbuki Allah Resulü’nün her yaptığını, her söylediğini vahye bağlamak yanlış bir düşüncedir.
- Sahih hadis kitapları kabul edilen eserlerin birçoğu, efsanevi anlatımlarla kutsallaştırılmışlardır. Fuad Sezgin’in “Buhari’nin Kaynakları” çalışmasında da belirtildiği üzere Buhari kaynak olarak önemli oranda başka kaynakları kullanmıştır. Çalışmasının önemli bir kısmını iddia edildiği gibi deve sırtlarında değil, masa başında gerçekleştirmiştir.
- Bugün hadis kaynaklarında Hz. Peygambere atfedilen rivayetlerin tamamının aslında ahad haber niteliği taşıdığı unutulmamalıdır. Dolayısıyla ahad haber, kesin-yakin bilgiyi ifade etmeyip zan taşıyabildiği için, bu haberlerle itikad oluşturulamaz. Sahih kabul edilebilecek herhangi bir rivayetin, Kur’an mantığına, akla, tarihi ve ilmi gerçeklere uygun olsa bile, matematiksel bir kesinlikle Hz. Peygambere ait olduğunu söylemek mümkün değildir. Ancak ‘Hz. Peygambere ait olma ihtimali olmama ihtimalinden yüksektir’ denilebilir ki bu yaklaşım da her zaman içinde ihtimal barındıran usuli yaklaşımı temsil edecektir.
Hadise yaklaşımda sıhhatli bir usûl gereklidir
- Bugün bizlere miras kalmış olan hadisle ilgili eserleri toptan reddetmek; ne usûlî bir yaklaşımı temsil eder ne de İslami şahsiyetin tebliğ ve şahitlik sorumluluğuyla örtüşür. Bilakis temel kaynağımız doğrultusunda eleştireceğimiz veya reddedeceğimiz fikirleri bilme-öğrenme yükümlülüğümüz vardır ki, tutarlı olan da budur. Allah, yüce kitabında iman etmenin de inkâr etmenin de delillere dayanılarak yapılmasını öğütler. Dolayısıyla rivayetler için “Kur’an’a uyanları alırız, uymayanları atarız” yaklaşımı doğruyu ifade etmekle birlikte yeterli ve ikna edici bir tavır değildir. İslam düşünce yapısını bu ölçüde etkilemiş rivayet kültürünü, yapısını, sonuçlarını detaylı olmasa bile genel kaideleriyle bilme-öğrenme yükümlülüğümüz bulunmaktadır.