Şükrü Hüseyinoğlu
Hz. İbrahim’in, oğlu İsmail’le birlikte temellerini takva ve teslimiyet üzere attıkları Beyt’ül Atik’e, Kabe’ye ev sahipliği yapan Mekke, sonradan şirkin, tuğyanın, sömürü ve zulmün egemen olduğu koyu bir cahiliye karanlığına gömülmüştü. Tevhid sembolü olan Kabe putlarla doldurulmuş, şirke dayalı muharref bir inanç sistemi ve bu inanç sisteminden nemalanan Aristokrasinin teşkil ettiği Dar’un Nedve merkezli oligarşi düzeni, emin belde Mekke’yi zulüm ve sömürü çarklarıyla idare etmekteydi. İnsanlar köle olarak alınıp satılıyor ve hiçbir hak sahibi olarak görülmüyorlar, yetim ve yoksullar gözetilmiyor, kız çocuklarının diri diri toprağa gömülmesi çok yaygın bir uygulama olarak süregidiyordu.
Abdullah oğlu Muhammed, cahiliye karanlığının çıkmazında bulunan Mekke’nin sakinlerinden biriydi. Yetim ve öksüz olarak önce dedesinin, ardından da amcasının himayesinde büyüyüp hayata atılmış olan Muhammed bin Abdullah, Mekke’deki şirk ve tuğyana dayalı cahili işleyişi gözlemliyor, bu utanç verici karanlıktan uzak durmanın ve bu karanlığı aydınlığa tebdil etmenin yolunu arıyordu. O da Mekke’nin kahir ekseriyeti gibi ümmi idi, yani iman nedir, Kitab nedir bilmiyordu. (1) Fakat mevcut durumun yanlış olduğunu görüyor ve cahiliye kirine bulaşmama cehdini güçlü şekilde ortaya koyuyordu. O, Emin Belde’nin Muhammed’ul Emin’iydi. Mekkelilerin güven ve sevgisini kazanmıştı.
Otuzbeş yaşına geldiğinde, hiçbir beşeri söylem ve doktrinin çare olamadığı bu arayışı, farklı bir boyut kazandı. O yıl Ramazan ayı geldiğinde Nur Dağı’nda yer alan Hira mağarasına çekilip günlerini tefekkür ve ibadetle geçirmeye başladı. Ondan sonraki yıllarda da Ramazan ayını Hira’da bu manevi arayışla geçirmeyi sürdürdü. Kırk yaşına ulaştığında beşinci defa Ramazan ayını Hira’da geçirmek için Nur Dağı’nın yolunu tutmuştu. Yine tefekkür ve ibadetle geçen bir günün gecesi (Kadir Gecesi) aradığı aydınlığın ilk hüzmesi kendisine iletildi. Alak Suresi’nin ilk beş ayetinin nüzulü, yeryüzünde başlayacak olan yeni bir Rabbani ihya ve inşa hareketinin ilk adımıydı.
Muhatap olduğu bu harikulade gelişmeyle sarsılan Hz. Muhammed (s.a.v), Allah’ın Rasulü olarak, kıyamete dek sürecek kutlu bir davanın öncüsü ve önderi olarak Hira’dan şehirlerin anası Mekke’ye dönecekti. Sarsılmış, endişeye kapılmış, bu harikulade hadisenin ağırlığı altında ezilmişti. Evine ulaştığında yatağına yatıp “Beni örtün, beni örtün” diye seslendi.
Yaşadığı hadise karşısında sarsılmaması, endişeye kapılmaması mümkün olamazdı. Fakat yüce Allah kendisini alemlere rahmet olarak, insanlığın son kılavuzu Kur’an’ın elçisi olarak seçmişti ve kendisine bir güçlük yüklemeyecekti.
Eşi Hatice, evlat edindiği Zeyd bin Harise, amcaoğlu Ali, yakın arkadaşı Ebu Bekir Allah Rasulü’nün davetine ilk icabet edenler oldular. Kısa zaman içerisinde Ebu Zerr Gifari, Sad bin Ebi Vakkas, Zübeyr bin Avvam, Abdurrahman bin Avf, Talha bin Ubeydullah, Osman bin Affan gibi isimlerin iman etmesiyle halka genişlemeye başladı.
İlk inen ayetlerle birlikte, Allah Rasulü’nün şahsında, yeryüzünde tevhid ve adalet sancağını dalgalandıracak Kur’an Nesli’nin inşa süreci de başlamıştı. Ardından peyderpey inen ayetlerle, Rabbani yolun işaret taşları gediğine konuyor, öncü neslin takip edeceği yol ve yöntemler bir gergef misali örülüyordu.
İlk mesajlar olan Alak Suresi ve Kalem Suresi’nin ilk bölümleri kaleme, yazıya ve okumaya vurgu yapıyor, böylece atalar kültüne mutlak bağlılığa dayalı cahiliye karanlığına karşı, insanlar sahih bilginin ve belgeye dayanmanın aydınlığına çağırılıyordu.
Müzzemmil Suresi’nin ilk ayetleriyle içe dönük bir inşa seferberliğine davet edilen ilk Müminler (2), Müddessir Suresi’nin ilk ayetleriyle de dışa dönük inşa faaliyeti için mücadeleye çağırılıyordu. (3)
Hz. Peygamber ve ilk Müminler evlerde sürekli bir araya geliyor, namazlarını cemaat halinde kılıp Kur’an dersleri yapıyor ve böylece filizlenmekte olan ilk İslam toplumunun temellerini atıyorlardı.
Kur’an, ilk dönemden itibaren Müminleri sosyal ve siyasal sorunlara karşı duyarlılığa yönlendiriyor, onları Mekke oligarşisinin zulüm ve sömürü çarkları karşısında bilinçlendirmeyi amaçlıyordu. Kız çocuklarının diri diri toprağa gömülmesi, insanların mallarının haksız yere yenilmesi, yetimlerin mallarının gasbedilmesi, yoksulların gözetilmemesi ilk dönemde nazil olan ayetlerde konu edilmiş, Müminlere, zulüm ve sömürü çarklarını çeviren Mekke oligarşisine itaat etmemeleri, onlara karşı dik durmaları ve onlarla asla uzlaşmaya yanaşmamaları emredilmiştir. İlk dönemin mesajlarından biri de, Müminlerin şirke dayalı siyasi ve ictimai işleyişten hicret edip kendi işleyişlerini tesis etmeleri yönünde olmuştur. (4)
Hz. Peygamber ve beraberindeki bir avuç Mümin ilk günden itibaren Rabbani mesajları toplumla buluşturma mücadelesine girişmişlerdi. Kur’an mesajlarını gerek fert fert çevrelerine, gerekse toplu olarak Mekke ahalisine iletmek için sistematik bir davet çalışmasına koyulan Hz. Peygamber ve ilk Müminler, kısa zaman içinde Mekke oligarşisini rahatsız edecek bir etkinliğe ulaşmayı başarmışlardı. İslam daveti, ilk günden itibaren temelde açık ve açıktan bir davet olarak toplumun gündemine taşınmaya başlanmıştı. Yani esas olan açık davetti. Gizli davet de kaçınılmaz olarak başvurulan bir yöntemdi tabii ki, fakat asıl ve yaygın olan açık davetti. Ayrıca şu da belirtilmeli ki, açık ve gizli davet birbirinin alternatifi olarak değil, tamamlayıcısı işlevine sahip bulunuyorlardı ve açık davetle eş zamanlı olarak gizli davet yöntemine de başvurulmaktaydı.
Mekke oligarşisi her geçen gün etkisini artıran İslam davetini engellemenin yollarını aramaya başlamıştı. Müslümanların sonradan kendisini Ebu Cehil olarak niteleyeceği Amr bin Hişam ve Hz. Peygamber’in amcası Ebu Leheb (asıl ismi Abduluzza’dır) İslam davetinin karşısına en sert biçimde çıkan iki müşrik lider olmuştu. Bu iki isim başta olmak üzere Mekke egemenleri Hz. Peygamber ve beraberindeki Müminlere yönelik baskılarını sürekli artan bir dozda sürdürüyor, alay, tehdit ve hakaretle başlayıp giderek taciz ve fiziki işkenceye dönüşen yöntemlerle Müminleri davet çalışmasından alıkoymaya çalışıyorlardı.
Mekke oligarşisinin Müminlere yönelik saldırıları artarak ölümle sonuçlanacak bir boyuta ulaşmıştı. Müminlerin Kabe civarında namaz kılmasına sürekli engel çıkaran müşrik önderler, bir defasında Hz. Peygamber’le birlikte Kabe’nin avlusunda namaz kılan Müminlere saldırmış ve Haris bin Ebu Hale adlı Mümini katletmişlerdi. Böylece İslam davası henüz çok başlarda ilk şehidini kazanmış oluyordu. (5) Bu hadiseden sonra Müminler bir yıl boyunca namazlarını yine hep birlikte olmak kaydıyla kapılarını kapattıkları evlerde ve Mekke civarındaki dağ aralarında kılmak durumunda kalmışlardı.
Mekke oligarşisi, alay, hakaret, tehdit ve giderek fiziki şiddete dönüşen baskılarla Müslümanları yıldıramayınca karşılıklı tavizler ekseninde uzlaşma arayışına girişecekti. Hz. Peygamber ve Müslümanlara “İlahlarımızı dilinize dolamaktan vazgeçerseniz biz de sizin ibadetinize müdahale etmeyiz” şeklinde teklifler yapmaya başladılar. Karşılıklı tavizleşme eksenli bu uzlaşma girişimleri de Müminleri yollarından alıkoyamadı. Bu konuda Rabbani ikaza muhatap olan (6) Hz. Peygamber ve beraberindeki Müminler bu tekliflere asla pirim vermemiş, Rabbani hakikatlerin şahitliği sorumluluğunu aksatmadan ve sakatlamadan sürdürmüşlerdir.
Sonuçta hiçbir baskı ve saptırma girişimi öncü neslin dosdoğru yürüyüşünü mecrasından uzaklaştıramamış, bir avuç Mümin, alemlerin Rabbi yüce Allah’a olan iman ve güvenle her türlü zorluğun üstesinden gelmeyi bilmiştir. Bu öyle dosdoğru bir yürüyüştü ki, İslami sorumlulukların yerine getirilmesi konusunda hiçbir pazarlığa açık kapı bırakmıyordu. Mekke oligarşisinin baskılarının en üst düzeye ulaştığı ve Müslümanların bir kısmının Habeşistan’a hicret etmek durumunda kaldığı bir dönemde, Mekke’ye komşu Ehabiş kabilesinin başkanı olan İbn’ud-Duğunne, baskıları ağır şekilde üzerinde hisseden Müminlerden Hz. Ebu Bekir’i himayesine aldığını ilan etmişti. Müşrik liderler, İbn’ud-Duğunne’ye gelerek Hz. Ebu Bekir’in evinin avlusunda sesli olarak Kur’an okumasını şikayet ettiler ve bu konuda kendisini uyarmasını istediler. Müşriklerin talebini kendisine ileten ve himayenin devamını bu talebin yerine gelmesine bağlayan İbn’ud-Duğunne’ye Hz. Ebu Bekir’in cevabı himayesini reddetmek olmuştur. (7)
Müşrik Aristokratlar tarafından yönetilen Darun Nedve merkezli zulüm ve sömürü düzenine karşı vahyin tevhid ve adalet mesajını gerek bire bir gerekse kitleye yönelik olarak dillendiren ilk Kur’an nesli her geçen gün yeni ihtida edenlerle güçleniyor, müşrik önderlerin baskı ve engellemeleri İslam’ın aydınlık çağrısını boğmaya yetmiyordu.
Müşrik oligarşi Müslümanlara nefes aldırmamaya çalışıyordu fakat emrolunduğu gibi dosdoğru olma kararlılığından ödün vermeyen, yalanlayanlara itaat etmemekte direnen, zalimleri razı etmek adına mesajı eğip bükmeyen Müslümanlara yüce Allah’ın yardımıyla kapılar açılmaya devam ediyordu. Baskıların yoğunlaştığı, Müslümanların adım adım takip ve taciz edildiği bir dönemde Erkam bin Ebi'l-Erkam’ın (r.a.) Safa tepesi mevkiinde bulunan evini İslam davetinin hizmetine açması önemli bir açılım olacaktı. İslam daveti ilk kurumlaşmasını Darul Erkam’la gerçekleştirmiş bulunuyordu. Hz. Peygamber öncü nesli burada eğitiyor, onlarla birlikte namazlarını burada kılıyor, onlarla istişarelerini burada yapıyor ve heyetleri burada kabul ediyordu. Darul Erkam, İslami davetin en sıkıntılı döneminde üç yıl boyunca Hz. Peygamber ve Müminlere ev sahipliği yaptı. İlk Kur’an nesli burada şekillendi.
Mekke oligarşisi İslami davetin önünü almayınca Müminlere yönelik baskılarını kitlesel cezalandırma boyutuna taşıdı. İslam davetinin yedinci yılında, Hz. Peygamber ve beraberindeki Müslümanlara karşı büyük bir ambargo ve boykot uygulama kararı alındı. Baskıların artması üzerine Müslümanlar ve İslam’la şereflenmemiş olmakla birlikte Müslümanları himaye eden bir kısım akrabaları, Mekke’nin kenar mahallelerinden olan Ş’ib Ebi Talib’e sığınmak durumunda kalırlar. Mekke oligarşisi tıpkı bugün siyonist işgalcinin Filistinli Müslümanlara karşı uyguladığı gibi, Hz. Peygamber ve Müminleri açlıkla, susuzlukla teslim almaya çalışmaktadır. Üç yıl süren bu ambargo ve boykot Mekke’deki akrabalık ilişkilerinin de etkisiyle sona erdiğinde de Hz. Peygamber ve beraberindeki Müminlere Mekke’de rahat yüzü gösterilmeyecektir. Üstelik Allah Resulü’nün (a.s.) en büyük destekçilerinden olan amcası Ebu Talib’ın vefat etmesi ve yerine Haşimoğulları’nın başına İslam düşmanı amcası Ebu Leheb’in geçmesi durumu daha da vahim hale getirmiştir. Hz. Peygamber boykot ve ambargonun uygulandığı yıllarda hac mevsiminde Mekke dışından hac için diğer şehirlerden gelenlerle yaptığı görüşmelerden henüz bir sonuç alabilmiş de değildir. Davet çalışmalarını daha rahat yürütebileceği, İslam’ın mesajına kucak açacak bir yer aramaktadır. Bu amaçla akrabalık bağlarının bulunduğu Taif’e gitmeye karar verir. Ne var ki, nübüvvetin 10. yılında gerçekleşen bu açılım da sonuçsuz kalır. Taif’ten taşlanarak kovulan Allah Resulü, Taif dönüşü sığındığı Mekkelilere ait bir bahçede ellerini alemlerin Rabbine açıp gücünün tükendiğini ve Rabbani yardıma muhtaç olduğunu dile getiren bir duada bulunur. Artık gidebileceği bir yer kalmamıştır.
Tüm destek arayışlarının sonuçsuz kaldığı, Taif ziyaretinden de sonuç alınamadığı bu zor dönemde (Nübüvvetin 11. yılı) bu olumsuz havayı tamamen değiştirecek ve İslami davetin önünü açacak bir gelişme yaşanır. Daha önce hac kafileleriyle yapılan ve sayıları onbeşi bulan fakat sonuçsuz kalan görüşmelerin aksine bu defa Allah Resulü’nün Medine’den hac için gelmiş olan altı kişilik bir grupla Akabe mevkiinde yapmış olduğu görüşme büyük bir inkılabın ilk adımını teşkil edecek bir neticeyle noktalanır. Medineli bu altı kişi, İslam’ı benimseyip bir sonraki yıl yine Akabe’de bir araya geleceklerine dair Hz. Peygamber’e söz verip Medine’ye dönecekler ve ertesi sene toplam oniki kişi olarak Akabe’de Hz. Peygamber’e biat edeceklerdir. Bu gelişmenin ardından Hz. Peygamber Mus’ab bin Umeyr’i (r.a.) İslam’ı anlatmak üzere Medine’ye gönderecektir. İslam tarihçilerinin Birinci Akabe Biatı olarak nitelendirdiği bu buluşmanın ardından ertesi yıl Mus’ab bin Umeyr, beraberindeki yetmişbeş Medineli Müslümanla birlikte hac için Mekke’ye gelecek ve Hz. Peygamber yine Akabe’de Medineli bu yetmişbeş öncü Müminle buluşup Medine’deki İslam inkılabının yolunu açan İkinci Akabe Biatı’nı gerçekleştirecektir.
Tüm kapıların kapandığı bir dönemde Hz. Peygamber’e kapılarını açan Medine’ye (Yesrib) hicretle birlikte İslam’ın iktidarı tesis edilmeye başlanacaktı. Medine’ye hicret sürecinde yaşanan Muhacir-Ensar kardeşliği insanlık tarihine altın harflerle kazınmıştı. Rabbani ilkelerde sebat eden, baskılara, engellemelere ve saptırma girişimlerine karşı duruşunu bozmayan ve istikametini kaybetmeyen, sarsılmaz bir kardeşlik bağıyla birbirlerine kenetlenmiş, öncü ve önderleri olan Allah Rasulü’nü canlarından çok seven, varlarını yoklarını Allah yoluna vakfeden ilk Kur’an Nesli, gecelerini gündüze katarak çabalayıp, ağır bedeller ödeyerek İslam’ın sancağını önce Yesrib’de, ardından da baskı ve işkencelerle kovuldukları şehirlerin anası Mekke’de dalgalandırmayı başarmışlardı.
Hira’dan İnkılab’a adım adım yürünülen o aydınlık yol, her çağın öncü nesline alternatifsiz bir model olarak orta yerde durmaktadır. Bizim yolumuz gibi, o yolda nasıl yürüyeceğimiz de apaçık ortaya konulmuştur. Yol belli, iz bellidir. İlk neslin inşa sürecini gözetmeyen, bu inşa sürecini gergef misali dokuyan Kur’an mesajlarını ve bu mesajları pratize etmiş olan Nebevi örnekliği rehber edinmeyen, kısacası ilk nesli İslam İnkılabına ulaştıran yoldaki işaretleri görmezden gelen yaklaşımlar bizden, biz de onlardan fersah fersah uzak olmalıyız. Darun Nedve’lerden medet uman sığınmacı ve uzlaşmacı batıl yaklaşımlar yerine, ilk neslin yolundan giderek Darul Erkamlarımızı inşa edip, Rabbani hakikatlerin dosdoğru şahitleri olarak insanlığa yegane kurtuluş çağrısını ulaştırmamız gerekmektedir.
Dipnotlar:
1- (Şura, 42/52)
2- “Ey örtüsüne bürünen!
Az bir kısmı hariç olmak üzere, geceleyin kalk:
(Gecenin) Yarısı kadar. Ya da ondan biraz eksilt.
Veya üzerine ilave et. Ve Kur'an'ı belli bir düzen içinde (tertil üzere) oku.
Doğrusu biz sana (taşıması) ağır bir söz vahyedeceğiz.” (Müzzemmil, 73/1-5)
3- “Ey bürünüp örtünen,
Kalk (ve) bundan böyle uyar.
Rabbini tekbir et (yücelt)
Elbiseni temizle.
Pislikten kaçınıp-uzaklaş.
Daha çok istekte bulunmak (başa kakmak) için iyilik yapma.
Rabbin için sabret.” (Müddessir, 74/1-7)
4- (Müzzemmil, 73/10)
5- İslam Peygamberi, Muhammed Hamidullah, sh. 93, Beyan Yayınları
6- “Elbette Rabbin, kimin kendi yolundan şaşırıp-saptığını daha iyi bilendir; ve kimin hidayete erdiğini de daha iyi bilendir.
Şu halde yalanlayanlara itaat etme.
Onlar, senin kendilerine yaranmanı (uzlaşmanı) arzu ettiler; o zaman onlar da sana yaranıp-uzlaşacaklardı.
Şunların hiçbirine itaat etme: Yemin edip duran, aşağılık,
Alabildiğine ayıplayıp kötüleyen, söz getirip götüren (gizlilik içinde söz ve haber taşıyan),
Hayrı engelleyip sürdüren, saldırgan, olabildiğince günahkar,
Zorba-saygısız, sonra da kulağı kesik;
Mal (servet) ve çocuklar sahibi oldu diye,
Ona ayetlerimiz okunduğu zaman: '(Bunlar) Eskilerin uydurma masallarıdır' diyen.
Yakında biz onun hortumu (burnu) üzerine damga vuracağız.” (Kalem, 68/7-16)
7- Münir Muhammed Gadban, Nebevi Hareket Metodu, Cilt 1, Sh. 98, Nehir Yayınları)