C- Kur’an’da bâtın yani gizli mana oldugunu iddia etmeleri:
“İmamiyye Şia’sı, Kur’an’ın zâhir (açık) ve bâtın (gizli) manası olduğunu ileri sürer...... Onların iddialarına göre Allah Teâla, Kur’an’ın zâhirini, tevhide, nübüvvete ve risalete çağırmaya; batınını da, imâmet, velâyet ve buna bağlı olan şeylere davete mahsus kılmıştır... İnsan için Kurân’ın zâhiri nasıl vacip ise bâtınına inanmak da aynı şekilde vaciptir.” derler.
“Kur’an’ın zâhiri manasına, bâtini yönden verdikleri mana, zâhiri manaya ne kadar uzak olursa olsun, İmamiyye bu iki mana arasında mutlaka bir alaka kurmaya çalışır. Ve bütün gayretlerini bu işe sarf ederler. Bu iki mana arasında bir tenasüp (uygunluk) teşâbün (benzerlik) kurmaya kalkarlar. Bâtıni manaya inanma işini birazda zorla kabul ettirmeye çalısırlar ve şöyle derler:
„ İnsan Kurân’ın zâhiri nasıl vâcib ise bâtınına inanmak da aynı şekilde vâciptir. Bu, Kurân’ın muhkem ve müteşabihine, nâsih ve mensûhuna inanmanın vâcib oluşu gibidir. Bu ilme tafsilli (detaylı) bir şekilde ulaşmak ta ehl-i beyt yolu ile olur“ derler.
Kısacası, Kurân’ın her iki manasını da yalnız ehl-i beytten gelir. Her iki manayı ancak ehl-i beytten olanlar bilir, başkaları değil bâtınını, zâhirinin bile birçoğunu bilemezler. Ehl-i beytten gelen mana anlaşılmasa dahi kabul etmek icâp eder. Kişi zâhire inanıp bâtınına inanmazsa her ikisini inkar eden gibi küfretmiş olur.” iddiasındalar.
“Kur’an’ı Kerim bütün ilimleri kapsamakta ve sayısız batınları içermektedir.”
“Kur’an’ın bilgi çehrelerinden henüz kimi perdeler kalkmış değildir.”
İmamiyye Şia’sının bütün bu sözleri Kur’an’a uymayan iddialardır. Kur’an tamamen açık manalı, batın öğreti yönü olmayan, anlaşılması özel kimselerde; özel ırklarda ve soylarda tekelleşmeyen, her insanda mevcut olan normal duyularla anlaşılabilen bir kitaptır. Onda asla batın öğreti diye bir husus mevcut değildir.
Açık mana herkesçe aynı şekilde anlaşılabilecek olan sabit ve istismara müsait olmayan bir manadır. Batın mana ise bunun tam zıddı olarak, iddia edecek herkesin keyfi yorumuna bağlı ve istismara müsait ve asla yol gösterici olmayan bir manadır. Bu inanç yönünden öyle bir felaket bir olaydır ki, tek bir batın iddiasıyla dahi kalmadan, batının da batını şeklinde sürer gider.
Bu konuda, İmam Ali ibn-i Ebi Tâlibe atfedilen Nehc’ül-Belâga’da şöyle denmektedir:
“Gerçekten de Kur’an’ın dışı güzel mi, güzeldir; insan şaşırır kalır; iç yüzüyse derin mi, derindir; sonuna erilemez; künhüne (tamamına) varılamaz. Sırlarının sonu bulunamaz.”
Görüldüğü gibi, Kur’an ayetleri için açık ve sabit bir mana kabul etmeyerek, sonsuz derecede gizli manalar iddia etmektedirler. Ve hatta demektedirler ki:
“Kur’an’ın devre mahsûs manası vardır. Zaman değişmesiyle, Kur’an’ın manası yenilenir (tazelenir). Buna bağlı olarak bir birine muhalif, zıt manalar olabilir. Ayetin başı bir şey sonu başka bir şey için geçerli olabilir.”
Böylece, Kur’an ayetlerinde istikrar olmadığını söyledikleri gibi, ayrıca zıtlık (çeliski) olabileceğini de iddia etmektedirler. Durumun böyle olmadığını, Kur’an ayetlerinden örnekler vererek belirtmeden önce batini tefsir anlayışlarıyla ilgili örnekler verecek olursam:
İnsikak sûresinin (mealen) 19: “(Ey İnsanlar) Siz mutlaka tabakadan tabakaya
bineceksiniz.” ayetinin batini manasında, bu ümmetin de geçmis ümmetler gibi,
peygamberlerden sonra gelen vasilere zulmedeceklerine işaret olduğunu
söylerler. Onlara göre zâhirde genellik ifade eden lafız, bâtında özellik ifade
edebilir. Mesela, “el-Kâfirun” lafzı zahirde bütün kafirleri ifâde edebilirken,
bâtında da Ali’nin velâyetini inkâr edenleri, kastettiğine hükmedilir. Zahirde (açık
manada) geçmis milletlere veya onların fertlerine âit olan bir hitap, bâtini
manada bu ümmete hitap olabilir. Meselâ,
A’raf sûresinin (mealen) 159: “Musa kavminden bir cemaat vardır ki, hakka irşat ederler ve hak ile hükmederler.” ayetindeki “Musa’nın milletini” bâtini manada manada “İslam ehlidir” demişlerdir.
Gerçekte, ayette bahsi geçen kimseler İslam ümmetinin mensuplarıdırlar, fakat
bu, Kur’an’da onlardan konu itibariyle belirli bir topluluk olarak bahsedilmediği
manasına gelmez.“
Bazen da sadece bâtın manayı kullanarak zâhiri terk etmişlerdir. Meselâ,
Isrâ Sûresinin 74-75: “Sana sebat vermemiş olsaydık, an
dolsun ki, az da olsa onlara meyledecektin. O takdirde sana, hayatında,
ölümünde kat kat azabını taddırırdık, sonra bize karşı bir yardımcı da
bulamazdın” âyetinde, onlar zâhiri manasının murad edilmedigini, Hz.
Peygamber’e böyle bir hitâbın lâyık olamayacağı düşüncesinden hareket ederek
bu âyette Hz. Peygamber’in kast olunmadığını, kast olunanın geçmiste olan bir
kimse olduğunu yahut ta (Kızım sana söylüyorum, gelinim sen dinle) kabilinden
olduğunu söylerler.”
Yunus sûresinin 15. âyetinde geçen “Kafirlerin mevcut kuranı
istemeyerek , peygamberden değiştirmesini ve başka bir Kur’an getirmesini”
istemeleri olayını İmâmiye şiası, Ali’ye irca ederek, “ Ali’yi değistir” şeklinde
anlaşılması gerektiğini ifade etmişlerdir. Halbuki, Kur’an’da geçen sözlerin ne
Ali’yle nede Ali’nin hilafetiyle uzaktan yakından ilgisi yoktur.
DEVAMI>>>
(Tefsir Tarihi, Prof. Dr. İsmail Cerrahoglu C.1 Sayfa 418. )