İlmin Hadislerdeki Kullanımı
İlmin önemi, hadislerde de vurgulanmıştır. "Beşikten mezara kadar ilimin peşinde olunuz.", "İlim peşinde olmak üzere her mümine farzdır." gibi hadisler ilmi teşvik etmekte ve bu hadislerde ilmin 'vahiyle gelen bilgi' anlamında kullanıldığı açıktır. Çünkü her Müslümanın bilmesi gereken, bu yüzden farz olan bilgi vahiyle gelen bilgidir. Diğer bilgi türlerini herkesin bilmesi zorunluluğu yoktur.
"Alimler, peygamberlerin mirasçısıdırlar.", İlim peşinde koşanların peygamberler gibi aksiyoner olmaları gerektiği vurgulanır. Dini yaymak, dinî ilkeleri savunmak ve ümmete yol göstermekle görevli oldukları vurgulanmıştır. Aynı şekilde Kur'an'da olduğu gibi hadislerde de ilim-amel ilişkisine dikkat çekilmiş, amelleşmeyen, insan hayatında somutlaşmayan bilginin insan için bir kıymet taşımadığı vurgulanmıştır. Görülebildiği kadarıyla ilim kelimesi, meşhur hadislerde Kur'an'daki anlamıyla kullanılmıştır.
İlmin İslam Kültüründeki Kullanımı
Hz. Ömer'e atfedilen bir rivayette şöyle denmektedir: "Kur'an, daha üstün bir ilim getirmeden önce ilim adına layık Arapların sahip oldu tek şey şiir idi." İslam öncesinde Araplar, şiiri sağlam bir bilgi kaynağı olarak görürlerdi. Şiirin kendisi bilgi olduğu gibi farklı yöntemlerle ulaşılan bilginin özlü, akılda kalıcı şekilde aktarımı da şiirle sağlanıyordu.
Cahiliye döneminde kişinin şahsi tecrübeleriyle elde ettiği bilgi de ilim olarak nitelendiriliyordu. Birçok kişinin tecrübeleriyle sabit olmuş ve asırlarca denenerek aktarılmış olan kabilenin ruhunu taşıyan üzerinde ittifak edilmiş bilgidir ilim. Cahiliye dönemi Arap edebiyatında ilim, gerçeğe mutabık bilgi anlamında kullanılırken karşıtı da "zan" ile ifade ediliyordu. "Ben şunu tahminen(zan) değil kesinlikle biliyorum ki, insan zelil olur efendisi zillete düştüğünde.
Kur'an ilimleri tabiri ilk dönemlerden itibaren bili konulara ilişkin araştırmalara verilen isimken zamanla bütün Kur'ani meseleleri kapsayan müstakil tefsir usulü çalışmalarının adı olmuştur.
İlim kelimesinin kapsamına Kur'an, hadis ve fıkıh girerken daha sonraları daha çok "hadis" anlaşılmaya başlanmıştır. Rivayetlere ilim denirken ilmin rey ve kıyastan üstün olduğu vurgulanmaktadır. Ashabul hadis, ilim ve hadis; alim ve muhaddis kavramlar arasında bir eşleştirme yapmıştır. Bu da onların hadise biçtikleri konumun göstergesidir. Ehl-i hadis ilimden hadisi, alimden ise muhaddisi anlamaktadır. "Hadisin yazımına izin vermeyenler" başlığı Darimi tarafından "İlmin yazımına izin vermeyenler" şeklinde kaydedilmiştir. "İlim talebi için yolculuk ve bu uğurda meşakkatlere katlanmak", "İlmin korunması" gibi başlıklar, ilmin tamamen hadis anlamında kullanıldığının göstermektedir. Hatib Bağdadi (ö.463) hadisin yazımıyla ilgili yazdığı esere "Takyidü'l-ilim" adını vermiştir. Hadisçiler, rivayetlere ilim derken ilmin rey ve kıyastan üstün olduğunu sık sık vurgulamışlardır.
Fıkıh kelimesi hadisle irtibatlandırılarak kullanılmamıştır. Daha çok zihinsel ve akli faaliyetler, insan düşüncesi ile elde edilebilecek bilgiler için kullanılmıştır. Fıkıh kelimesinin kelami meseleler ve "fıkhü'l-lügah" şeklinde dille ilgili kitaplar için de kullanılmıştır. Örneklerden anlaşılacağı gibi İslam'ın ilk iki asrında genelde beşeri çaba sonucu ortaya konan bilgiler için fıkıh terimi tercih edilmiştir. Dolayısıyla bu asırlarda ilim, kesin ve mutlak bilgi anlamını ifade ederken fıkıh ise yanlış olma ihtimali olan kuramsal bilgiyi ifade etmektedir, denilebilir.
İlim kelimesi, anlam yakınlığı dolayısıyla fıkıh anlamında kullanılıyor bununla da genel olarak dinin anlaşılması kastediliyordu. Şafi'ye göre ilim, fıkıh ve fıkıh ilkelerinin tesisi anlamına geliyordu.
Hicri II. yüzyıldan itibaren Hint matematik ve astronomisi, Fars ahlak ve siyasetiyle ilgili kitaplar, Hipokrat ve Calinus'a ait tıp külliyatını, Batlamyus astronomi ve coğrafya ve matematiğe dair eserleri ve Yunan felsefe kitaplarının Arapçaya çevrilmesiyle ilim, bütün bu birikimi içine alacak şekilde kullanılmaya başlandı. El-Kindi, beşerin entelektüel kapasitesiyle ortaya koyduğu ilimleri, insani ilimler (el-ulumü'l-insaniyye) olarak adlandırdı. İbn Sina "felsefi ilimler" tabirini kullanmış ve "akli ilimler" tabirinin İslam dünyasında yerleşmesine öncülük etmiş daha sonraları ise din ilimlerini ifade eden nakli ilimler terkibi benimsenmiştir. Gazali ihmal edildiğini düşündüğü din ilimlerinin yeniden canlandırılması için meşhur eserine "İhya Ulumiddin" adını vermiştir. İlmi tek parça, tevhidi olarak algılayan İslam anlayışına atomik, parçacı yaklaşımın sirayet ettiğinin göstergesidir bu tasnifler.
Filozoflar, ilim kelimesini hem hemen hemen bugünkü bilim, hem de bilgi anlamında kullanmışlardır.
İlimlerin Tasnifi
Tarihi süreç içerisinde ilimler, din ilimleri ve felsefi ilimler şeklinde ayrılmıştır. Bu ayrım birikimleri sistematik şekilde değerlendirmek ve eğitim müfredatını oluşturma hususunda kolaylık sağlarken İslam dünyasının da bütüncül bakış açısını kaybetmesine neden olmuştur.
Din-Felsefe problemini bazıları dini, bazıları felsefeyi merkeze alarak bazıları da ikisini uzlaştırarak aşmaya çalışmışlardır. Genel ayrım, nakli/şeri/dini ilimler: tefsir, hadis, fıkıh, kelam, tasavvuf ve usul; akli/felsefi/hikemi/ nazari ilimler: ilahiyat, metafizik disiplinler, riyaziyat, tabiiyyat; ameli ilimler: ahlak, ev idaresi, siyaset ve alet ilimleri: mantık, dil vs. şeklindedir.
İslam'da bilgiye verilen önem, insana verilen önemin işaretidir. Kur'an afak ve enfüsteki ayetlere, kainata, geçmiş ümmetlerin durumuna dikkat çekerek Müslümanların dikkatle çevrelerini gözlemlemesini istemektedir. Fakat tasnif zorunlu olmakla birlikte ilmin, din ilmi ve dünya ilmi şeklinde ayrılması, daha üst sayılan din ilmini önemli hale getirirken dünya ilmi sayılan dalların zamanla önemsizleşmesine neden olmuştur. Oysa din ve dünyanın bu şekilde ayrılması "laik" bir zihin oluşturmuştur. Kur'an hiçbir şekilde ilmin bu şekilde bölünmesine cevaz vermez.
İlimlerin tasnifi başlığında sunmaya çalıştığımız gibi bilginin konusu arttıkça tasnif zorunlu hale geliyor. Hz. Peygamber ve sahabe döneminde zamanında bilinmesi gerekenler herhangi bir tasnife tabi tutulmadan "ilim" başlığında ifade edilebiliyordu. İslam topraklarının genişlemesi, değişik coğrafyalarda farklı din ve kültürlerle karşılaşma sonucunda meselelerin çoğalması bu meselelerin çözümü için yeni yol ve yöntemlere duyana ihtiyaç beraberinde bilgi fazlalaşmasını getirdi. Bunların ise tasnifi gerekiyordu.
Bilgi patlaması beraberinde belli başlı alanlarda uzmanlaşmayı getiriyor. Fakat yine de bilgi yığının nisbeten az olması, birçok alanda eser verebilen ve birçok alanda alim sayılan önemli şahsiyetlerin çıkmasına imkân vermiştir.
Modern zamanlarda ise bu dallar kendi aralarında binlerce bölüme ayrılmış durumda. Mesela sadece tıbbın onlarca alt birimi oluşmuş durumda.
Modern bilimde vahiy, bilginin değil inancın konusu sayılmaktadır. Beşeri tecrübe; gözlem ve deney bilginin kaynağıdır. Dolayısıyla vahiy, bilgi kaynağı olarak kabul edilmez.
Kur'an'ın ön gördüğü mümin şahsiyet kimdir? Nasıl vasıflar taşır?
İslam'da ilmin amacı mümin şahsiyeti yetiştirmektir. Mümin ise; sağlam bir inanca sahip, düşünce ve amelde tutarlı, salih bir kişiliktir. Özünde "emin", ahlaki zaaflardan uzak, söyledikleriyle yaptıkları uyumlu, ulaştığı hakikatleri diğer insanlara ulaştırmaya çalışan, hayata parçacı değil bütüncül bakabilen, insanlarla muhatap olurken çatışmacı değil kuşatıcı olan, siyasi-sosyal tahlil yeteneğine sahip sahih bilgiye ulaşıp bilgi ve düşüncede yoğunlaşan kişidir.
Tam anlamıyla bilgi patlamasının yaşandığı günümüzde tüm alanlarda derinleşmek imkansızdır. Bu da bilgilenmede bir önceliği, ihtiyaca göre bir sıralamayı ve elemeyi zorunlu kılmaktadır.
Hemen bütün iş alanlarında uzmanlaşmanın gerektiği günümüzde maişetin temini için bilgilenme artık kaçınılmazdır. İnsanlar bir iş sahibi olabilmek için birkaç yıllarını resmi bir belge/diploma alabilecekleri kurumlarda/okullarda geçirmek zorundadırlar. Tercih imkanı da yok gibidir. Tercih edilenden ziyade puanın yettiği bir okul/meslek seçimi önemlidir. İstenilen bir okula puan yetiyor fakat bölümü bitirildiğinde iş imkanı yoksa yine iş imkanı daha iyi olan sevilmeyen bir okul dolayısıyla bir meslek dalını tercih edilmek zorundadır.
İçinde bulunduğumuz toplum da dahil olmak üzere modern dönemde zihni melekelerin canlı, okuyup öğrenme istek ve imkanlarının zirvede olduğu çağlarda vaktin çoğu bir meslek edinme uğruna resmi kurumların/okulların müfredatı çerçevesinde "bilgi"lenmekle geçiyor. Resmi ideolojinin oluşturmak istediği insan tipi yerine yukarıda vasıfları belirtilen mümin şahsiyet olunmak isteniyorsa fazladan çaba sarf etmek gerekiyor. Bunun sağlıklı bir bilgilenme ve kültürel alt yapı için aşağıda sıraladığımız çalışmaların gerekli olduğunu düşünüyoruz:
1.Sağlam Kur'ani Altyapı: Allah'ın hayatımızı düzenlememiz ve imtihanı geçip dünyada ve ahirette kazananlardan olmamız için gönderdiği Kur'an'la sağlam, sahih bir ilişki kurulmalı. Kur'an anlaşılmak ve uygulanmak için gönderilmiş bir hitap/kitaptır. Mümkünse kendi diliyle değilse muhtelif meal, tefsir ve ortak derslerle Kur'an'ı anlamaya çalışmalıyız. Kur'an'la ilişki herhangi bir metinle olan ilişki gibi olmamalıdır. Kur'an, baştan sona birkaç defa okuyup tektik edildiğinde bırakılacak bir kaynak değildir. Kur'an'la irtibatımız düzenli bir şekilde hayat boyu sürmelidir.
Kur'an'ı anlama çabası, geleneğin "Kur'an ilimleri" olarak formüle ettiği birikime vakıf olmayı da zorunlu kılmaktadır. Çünkü bu "ilimler" çoğu kez Kur'an'ı daha iyi anlamaya katkı sağlarken bazen de Kur'an'ın anlaşılıp uygulanmasına engel oluşturmaktadır. Mesela sebeb-i nüzul normalde ayetin hangi şart ve vasatta indiğini ortaya koyup ayetin daha iyi anlaşılmasını sağlarken bir ayet için birden fazla nüzul sebebi, ya da bir olayın birden fazla ayete sebep teşkil ettiren rivayetler, daha fazla karmaşa üretmektedir. Aynı şekilde nash konusu ortamın değişmesiyle Müslümanların tavırlarının değişmesini ele alırken zamanla bazı ayetlerin hükmünü ebediyen ortadan kaldıran bir neticeye evrilmiştir. Kur'an'ı anlamada geliştirilen yeni yöntemleri takip edilmesi de gerekmektedir. Kur'an'ı daha iyi anlamamıza katkı sağlayacak yeni yöntemleri kullanılmalı, Kur'an'ın önüne yeni engeller çıkaracak yöntemlerin sakıncaları gösterilip eleştirilmelidir.
Herhangi bir yöntemin Kur'an'ı anlamada biricik yöntem olmadığı açıktır. Duruma, şartlara göre bir yöntem öne çıkarken şartların değişmesiyle başka bir yöntem önem kazanabilir.
Kur'an bilgisinin ve Kur'an'la irtibatın diğer bilgilenmeleri değerlendirecek ve ölçecek mihenk taşı olduğu unutulmamalıdır.
2.Rasul'ün Doğru Anlaşılması: "Üsvetün Hasene" ve "Yürüyen Kur'an" olan Hz. Peygamberin doğru anlaşılması Kur'an'ın/dinin doğru anlaşılması için gereklidir. Allah, vahyi insanların arasına bir kitap şeklinde atmayıp tedrici olarak Peygamberin şahitliğinde/pratiğinde peyderpey indirmiştir. Peygamberin vahyi sosyal hayata aktarımı sünnettir. Peygamberi/sünneti kavramak, onu örnek almak Kur'an'ın hayatımıza doğru aktarmamız için kaçınılmazdır.
3.Genel hatlarıyla İslam tarihini ve İslami ekolleri tanımak: Sosyal, siyasal olayların dinî düşünce ve anlayışı etkilediği ortadadır. İslam tarihini ve İslami ekolleri kavramak, "iletilen vahiy" ile sonradan üretilen vahiy dışı düşünceleri fark etmemizi sağlayacaktır. Kaçınılmaz olarak bir dinî anlayış içerisinde yetişiyoruz. Çevrenin doğruları bilinç altına kazındığı için bunları sorgulamak ve bunlara eleştirel yaklaşmak kolay olmuyor. Dolayısıyla vahye, peygambere, tarihe, içinde yaşadığımız topluma ve diğer toplumlara belirli bir anlayış/mezhep çerçevesiyle yaklaşmak durumda kalıyoruz. İslam tarihinin tetkiki, "tarih ve toplum zindanlarını" aşmayı, hakikate ulaşmada daha az engelle karşılaşmayı sağlayacaktır. Bu şekilde farklı İslami ekollerin birikimlerinden yararlanmanın yolu açılacaktır. Önemli tarihi kişilikleri tanımak da bu cümleden değerlendirilmeli.
4.Dünyayı tanımak: Dünyada egemen güçlerin niteliğini, amaçlarını kavramak, İslam toprakları başta olmak üzere dünyadaki gelişmeleri takip etmek zorunludur. Ulusal sınırların herkesi kuşattığı, insani değerlerin yok edildiği ya da aynı sınırlar içinde yaşayanlara hasredildiği günümüzde dünyada olup biteni anlamak gerekmektedir. Küresel güçlerin niyetlerini kavramak, bunlara karşı önlem almak diğer coğrafyadaki Müslüman ve mazlumlarla dayanışmak etkin bir bilgilenmeyi de gerekli kılmaktadır. Hz. Peygamber Mekke'nin zor şartlarında az sayıdaki inananla nasıl Rum-Fars çatışmasına ilgisiz kalmamışsa hangi şartları yaşarsak yaşayalım biz de dünyada olup bitenleri takip etmek, mümkün olan bitende etkin olmak durumundayız.
5.İçinde yaşadığımız toplumu tanımak: Toplumun sahip olduğu dinî anlayışı nasıl oluşmuş? Beslenme kaynakları nelerdir? Genel olarak sahip olunan anlayış pratiğe yansıtılıyor mu? Hangi konularda ne tür zaaflar ve ne tür olumluklar var? Toplumda ezen-ezilen, sömüren-sömürülen sınıflaşması var mı? Siyasal, sosyal ve ekonomik alanda belirleyici güç odakları kimlerdir? Bunlar ne tür niteliklere sahiptir? Ezilen kesmin refleksleri nelerdir? Toplumsal ilişkiler nasıldır? vb. konularda yoğunlaşmak bu tür soruları hem yaşayarak, gözlemleyerek hem de etkin bir okumayla cevaplandırmak durumundayız. Sahih bilgi kaynaklarına ulaşmak ve bunları kavramak elbette çok önemlidir. Ancak bu bilginin hayatla irtibatı sağlanamıyorsa bu bilginin değersizleşeceği açıktır.
6. Siyasal yapıyı tanımak: Sistemin temel nitelikleri nelerdir? Nasıl, hangi değerler üzerine inşa edilmiştir? Resmi ideoloji nedir, nasıl gelişmiştir? Etkin güçler nelerdir? Yasama, yürütme, yargı kurumlarının yapılandırılması ve nüfuzu nasıl? Siyasi, askeri, güvenlik, ekonomik, enformasyon, adalet, eğitim kurumlarının durumu nedir? Halk- sistem ilişkisi nasıl? Halk yönetime katılıyor mu, katılıyorsa ne şekilde? vb. sorulara cevap verecek şekilde içinde yaşanılan sistemin tanınması zorunludur.
7. Çağdaş İslami hareketleri ve Müslüman öncüleri tanımak: Kur'an geçmiş ümmetlerin durumlarını, peygamber kıssalarını anlatır. Onların hayatlarından, mücadelelerinden dersler ve hikmetler çıkarmamızı ister. Aynı durum çağdaş İslami hareketler için de geçerlidir. Onların din anlayışları, mücadele birikimleri bizim için önemli örneklikler sunmaktadır. Bunların tahlili, kendi yolumuzu çizmemiz açısından bizlere fırsatlar sunacaktır.
8.İslam dünyası dışında üretilen değerleri, düşünceleri kavramak: Küresel dünyada etkileşim çok hızlı olmaktadır. Bir şeye göz kapamak, onu yok saymak gerçekte onu yok etmiyor. Özellikle Batının ürettiği söylem ve değerlerin küresel imkanlarla ne kadar kolay yaygınlaştığı ortadadır. Bunları kavramak ve "hikmet" ürünü diyebileceğimiz olanlarından yararlanmak, olumsuzlukları da etkisizleştirmek diye bir sorumluluğumuz vardır. Bugün şikayet ettiğimiz ve birçok kişi tarafından İslami zannedilen cebri düşünce, vahdet-i vücut, zalim sultana itaat gibi konuların bir zamanlar yabancı düşüncelerden İslam toplumuna sızdığını hatırlamak durumundayız. Daha dün İslam dışılığı müsellem olan laiklik, demokrasi gibi kavram ve düşünceler, bugün bazı kesimlerce "İslamileştirilmiş" olması tarihin tekerrür ettiğinin göstergesidir. Dolayısıyla bizim hacrimizde üretilen değerlerle yüzleşmemiz gerekmektedir.
Her kitabi toplumda olduğu gibi kültürel alt yapının oluşumu için elbette yararlanacağımız ilk kaynaklar kitaplardır. Fakat kitapların haricinde, konferans, panel, sempozyum, forum gibi birikimin şifahi aktarıldığı yöntemler de önemli bilgi kaynaklarıdır.
Özetle aktarmaya çalıştığımız sekiz madde, "Nasıl bir bilgilenme ve kültürel alt yapı?" sorusuna vermeye çalıştığımız asgari düzeyde her mümin, uyması gerektiğini düşündüğümüz cevaplardır.
Kısaca dini anlamak için temel kaynağı, kaynağın uygulayıcısını iyi bilmek/tanımak zorunludur. Tarih içerisindeki anlama çabaları üretilen kültürel miras, eleştirilen gözle irdelendiğinde bizlere önemli katkılar sağlayacaktır. Yaşadığımız dünyayı, coğrafyayı, toplumu bilmek, inandığımız değerlerin yaşamlaştırılması için elzemdir. Hz. Peygamber vahyi bildiği kadar içinde yaşadığı dünyayı, toplumu ve siyasal sistemi de kavramaya çalışmıştır. Kaynakları iyi bilip toplumumu tanımamak nasıl bir eksiklikse toplumu tanıyıp kaynakları bilmemek de eksikliktir.
Kur'an'ın da tavsiye ettiği uzmanlaşma, herhangi bir konuda akademik çalışma veya mesleki derinlik, bu alt yapı üzerine inşa edilirse gerekli ve anlamlıdır. Modern anlayışın tersine biz, hayata bütüncül/tevhidi bakmak zorundayız. Sağlıklı bir alt yapı oluşturulmadan bir konuda derinleşmek, beraberinde parçacılığı da getirecektir. Parçacılık ise bütünü görmeden detaylar üzerine yoğunlaşmaya ve gerçekleri görememeye neden olacaktır. Bütüncül bakışı kaybedenler ise herhangi bir konuda ne kadar uzman olurlarsa olsunlar büyük çarkın küçük dişlileri olmaktan kurtulamayacaktır.