NESİH VE MENSUH OLAYINA GENEL BİR BAKIŞ
Nesih, “Ne-Se-Ha” fiil kökünden gelir, mastardır. Lügat manası bir şeyi ortadan kaldırmak ve yok etmek, nakletmek, aktarmak ve değiştirmek ve kopya etmektir. Arapların günlük konuşmalarında 'güneş gölgeyi neshetti' demek, onun yerine geçti, onu giderdi demektir ki, buna izale etti, iptal etti de denir.
Neshin ıstılah manası ise: Dini bir hükmün zaman bakımından sonra gelen, yine dini bir delil ile kaldırılmasıdır. Kendinden önceki hükmü kaldıran delile “nasıh” hükmü kaldırılan delile de "mensuh” adı verilir.
Nesih kelimesi Kur`anda değişik anlamlarda geçer.Allahü Teala şöyle buyurur:
1-“ (Ey Muhammed!) Biz senden önce hiçbir elçi ve hiçbir peygamber göndermedik ki o bir şey temenni ettiği zaman, şeytan onun arzusuna şüpheler karıştırmasın. Bunun üzerine Allah şeytanın karıştırdığı şüpheyi giderir (nesheder). Sonra da Allah, âyetlerini tahkim eder. Allah Alîm'dir, Hakîmdir.”(Hacc 52). Burada nesh yerine geçmek, iptal etmek, gidermek, izale etmek manalarında kullanılmıştır.
2-“ İşte kitabınız, yüzünüze karşı hakkı söylüyor, çünkü biz sizin yaptıklarınızı hep kaydediyorduk (istinsah ediyorduk)." (denir). (Casiye-29) ayetinde de yazı, kopya etme, nakletme ve kaydetme manalarında kullanılmıştır.
Nesih meselesi, tarih boyunca başka birçok mevzu gibi hep tartışma konusu olmuş ve üzerinde ittifak edilememiş bir meseledir. Siyasi olaylar, mezhep çatışmaları ve benzer meseleler bunun en büyük sebebidir. Ebu Müslim el- İsfahani'ye kadar, bilginler üç türlü nesihten bahsediyorlardı:
1- Hükmü neshedildiği halde, lafzı kalan ayetler
2- Lafzı neshedilen ama hükmü geçerli kalan ayetler.
3- Hem hükmü, hem de metni neshedilen ayetler.
Nesh meselesi usul alimleri tarafından tartışılmış bir meseledir .Müfessirler ilk dönemde, mensuh ayetlerin sayısını 260'a çıkarıyorlardı. H. 322 de vefat eden Ebu Müslim İsfehani neshin Kur’an’da olmasının imkansız olduğunu savunmuştur.Celalettin es-Suyuti mensuh ayetleri 20'ye indirdi, Şah Veliyyullah Dehlevi bu sayıyı beşe, merhum Ömer Rıza Doğrul ise bu beş ayeti tekrar inceleyerek Kur`anın kendi içerisinde nesh`in sözkonusu olmadığını isbat etti.
Bizde araştırmalarımız sonucunda Kur’an’da hükmü kaldırıldığı halde metni bırakılmış olan mensuh ayet olmadığı sonucuna vardık. Konunun ayrıntılarına girmeden Kur’an’da nesh edilmiş ayet vardır diyenlerin delillerini ve bu delillerin tutarsızlığını göstermeye çalışalım.
Kur’an’da Nesh-Mensuh vardır diyenler bu iddialarına üç tane ayeti delil gösterirler:
1-“Eğer biz bir ayetin hükmünü kaldırır veya onu unutturursak, ondan daha hayırlısını veya dengini getiririz....” (2 Bakara 106)
2-“Bir ayeti başka bir ayetin yerine getirdiğimizde, onlar (Muhammed’e) “sen sadece uyduruyorsun” derler Hayır öyle değildir, ama onların çoğu bilmezler. “ (16 Nahl 101)
3-“Allah dilediğini siler, dilediğini bırakır; Ümmül Kitab O’nun katındadır.” (Rad 39)
Öne sürülen bu üç alette Kur`anın kendi içinde bir neshin olduğuna, yani bir kısım Kuran ayetlerinin, diğer bazı Kuran ayetlerini iptal ettiklerine delil değildir. Nesh meselesini Kur`ana dayandırmak isteyenler, bilhassa Nahl suresinin 101. ayetini ve Bakara suresinin 106. ayetini öne sürerler. Şimdi bu ayetlere yakından bakalım.
Nahl suresinin 101.ayetinde Allah Tealaa şöyle buyurur:
وَإِذَا بَدَّلْنَا آيَةً مَّكَانَ آيَةٍ وَاللّهُ أَعْلَمُ بِمَا يُنَزِّلُ قَالُواْ إِنَّمَا أَنتَ مُفْتَرٍ بَلْ أَكْثَرُهُمْ لاَ يَعْلَمُونَ {101}
101-Biz bir ayetin yerine başka bir ayeti getirdiğimiz zaman -ki Allah, neyi indireceğini çok iyi bilir- "Sen ancak bir iftiracısın" dediler. Hayır; onların çoğu bilmezler. (16 Nahl 101)
Nuzul ortamı :Ayeti kerime Mekkede nazil olmuştur. Dikkat edersek Peygamberimizin burada hasımları tarafından müfteri olarak itham edildiğini görürüz. Hasımlarının O`nu bu tarzda itham etmelerinin sebebi Kur`an da şu veya bu ayetin nesh olmuş olması değildi. Söylediği sözün ilahi Vahy olduğunu bildirmesi idi. Peygamberimiz Kur`anı Kerim`i bildiriyor ve bunun Allah tarafından vahyolunduğunu söylüyordu. Hasımları ise bunu kabul etmiyor, bunun uydurma bir şey olduğunu, Peygamberin ancak başkasından öğrendiği şeyleri tekrer ettiğini iddia ediyorlardı.
Ayetin siyakı ve sibakı: Şimdi ayette sonra gelen ve bir bakıma konuyu açıklayan ayetleri okuyalım:
102-De ki: Onu, Mukaddes Ruh (Cebrail), iman edenlere sebat vermek, müslümanları doğru yola iletmek ve onlara müjde vermek için, Rabbin katından hak olarak indirdi.
103-Şüphesiz biz onların: "Kur'an'ı ona ancak bir insan öğretiyor" dediklerini biliyoruz. Kendisine nisbet ettikleri şahsın dili yabancıdır. Halbuki bu (Kur'an) apaçık bir Arapçadır.
Müşrikler, insanları şüpheye düşürmek ve onların kalplerini çelmek maksadıyla, Kur’an’ı Peygamber’e Rum ve Hıristiyan dinine mensup Cebra veya Yaiş adında bir kölenin öğrettiğini ileri sürdüler. Halbuki köle, Rum olduğu için, Arapçayı doğru dürüst bilmiyordu.
Buna mukabil Peygamberimiz de bunun bir uydurma olmadığını, bilakis Allah tarafından daha önce gönderilen Kitapların yerini tutacak yeni bir Kitap olduğunu anlatıyordu.
Ayette geçen lafızlar: Kur`anı doğru anlamak için çok önemli bir konuda, Kur`anda geçen kavramların veya lafızların Kur`anın diliyle açıklanması ve en azından o dönemin arapçasindaki manalarla sadık kalınarak ifade edilmesidir. Yukarıdaki ayet-i Kerime geçen anahtar lafızlardan biriside- آيَةً -“ayet” kelimesidir.
Kuran’da geçen “ayet” kelimesine baktığımız vakit çok ilginç bir kullanım şekli olduğunu görüyoruz. “Ayet” kelimesinin çoğul şekli olan “ayat” kelimesi tüm Kuran’da mucize, belge, delil, işaret, Kuran ayetleri manasında kullanılır. Fakat “ayat”ın tekil ifadesi ve yukarıdaki ayette geçen olan “ayet” kelimesi Kuranın hiçbir yerinde Kuran ayeti manasında kullanılmamıştır. Bazı çevirilerde Arapça’da hiç geçmemesine rağmen “hüküm” kelimesi de yukarıdaki ayetin çevirisine ilave edilip “ayetin hükmü” şeklinde çeviri yapılıp, sanki ayetlerin hükmü neshedilebiliyormuş gibi bir hava verilmeye çalışılmıştır.
Bakara suresi 106. ayetinde Allahü Teala şöyle buyurur:
106-Biz bir âyetten her neyi nesheder veya unutturursak, ondan daha hayırlısını yahut mislini getiririz. Bilmez misin ki, Allah her şeye kâdirdir. (2 Bakara 106)
Bu Ayeti kerime Medine devrinin başlarında vahyolmuştur. Bu ayet ile bundan önceki ayetler, yahudiler ile müslümanlar arasında vukuu bulan uzunca bir münakaşayı anlatır. Rasulü Ekrem, “İslam Dini`nin Museviliği neshetmiş olduğunu” söylüyor. Yahudiler ona itiraz ediyor ve ona inanmadıklarını anlatıyorlardı. Buna mukabil, Kur`an, “Musa şeriatının ve önceki diğer şeriatların neshedilmiş olduğunu” bildirerek Kur`an diliyle diyor ki;” Biz bir ayeti nesheder, yahud unutturursak, ondan daha hayırlısını yahut eşini getiririz.”
Bu ayette nesh kelimesini yanında bir de –insaa-(nunsiha) kelimesi geçer, yani unutturulan ayetlerden bahsediyor. Kur`anı parça parça değilde bir bütün olarak alırsak bu tabirin de Kur`an ayetleriyle ilgili olmadığını görürüz. Çünkü Kur`an kendisinin saklanmış ve korunmuş olduğunu bildirir ve buna ilaveten A`la suresinde şöyle buyrulur:
6-“Biz sana Kur`an-ı okutacağız ve sen asla unutmayacaksın.” (87 A´la 6)
Zaten Kur`an-ı Kerimin ayetleri vahyoldukca vahiy katipleri tarafindan hemen yazıldığı için, onun unutulmasına imkan yoktur. Buna mukabil, İslam`dan önceki dinlerin ve şeriatlerin mühim kısımlarının unutulmuş olduğu şüphe götürmez.
Nitekim bu ayetlerin ikiside, İslam`dan önce gönderilen şeriatlerin neshinden ve İslam`ın onların yerine kaim olduğundan bahsetmektedir. Elhasıl, Kur`an-ı Kerim kendi ayetlerinden bazılarının neshedilmiş olduğuna dair iddiaları doğrulayacak hiçbir ayeti ihtiva etmemektedir.
O zaman aklımıza şöyle bir soru gelebilir. Niçin önceki bazı müfessirler Kur`anın kendi içerisinde nesh olduğunu iddia etmişlerdir ?
Bu haklı soruya bizde cevap vermekte oldukca zorlanıyoruz. Ancak şu konular ihtimal dahilindedir. Şöyle ki :
Önceki Müfessirler:
-Kur`an-ı bir bütün olarak değilde, ayetleri veya bazı bölümleri parça parça ele alıp bir sonuca varmışlardır. Oysa doğru bir sonuca varmak için ayetler arasındaki ilişkileri bilmek/bulmak önemlidir.
-Ayetlerin öncesini ve sonrasını değerlendirmeye almamışlardır. Birçok ayet ançak siyak ve sibakıyla alınırsa doğru anlaşılabilir.
-Ayetlerde geçen anahtar kelimeleri, özlerine, yani Kur`ani manasıyla değilde, sonradan bu kelimelere ve lafızlara yüklenilen manalarla ayetleri yorumlamışlardır. (Bu sadece „ayet“ kelimesi için değil, „te`vil“, „halife“, „veli“, „ruh“, “tevaffu“, „berzah“ kelimeleri içinde sözkonusudur.)
-Ayetlerin nuzul ortamı ve nüzul sebebi değerlendirmeye almamışlardır.
Oysa Kur`anı Kerimi anlamak için bu kurallar vazgeçilmezdir ve bunlar ihlal edildiğinde içinden çıkılamayan hatalar meydana gelmektedir. Bir de bunu yanında geçmişteki mezhep tassubu ve her kesimin kendisini haklı çıkarmak için bazı sınırları zorlaması bu tür hatalı yaklaşımları oluşturmuştur. Birçok kişinin aynı şeyleri söylemeside aslında şaşılacak bir konu değildir. Çünkü tarihimizdeki medreselerde taklide dayalı, akla değil nakle önem verilen bir eğitim sisteminin olduğu ve eleştirel düşünme yöntemlerinin yeterince oluşamadığı bilinen bir konudur..Belki de İslam dünyasının bu günkü içaçıcı olmayan durumunun sebeplerini buralarda aramak gerekir..
DEVAMI»»