DR. ALİ ŞERİATİ (1933-1977)
20. yüzyılın en son devrimi olarak hem doğuda hem de batıda kabul görmüş olan 1979 İran Devrimi’ni meydana getiren çok çeşitli bileşenlerden biri de devrimi desteklemiş ve monarşiye karşı gelmekle birlikte, siyasi görüş olarak çok geniş bir yelpazeye dağılmış olan aydın kesimdir. Ülkemizde maalesef bu devrim, genel geçer okuma içerisinde –çoğu zaman salt şekil bağlamına sıkışıp kalan bakış açımızın da katkısı ile- amiyane tabirle pas geçilmiştir. Devrimden evvel geniş halk tabanında olmasa dahi özellikle üniversite öğrencileri arasında yaygın bir kabul görmüş ve 20. yüzyılda İslam dünyasında görüşleri ilgi ile karşılanmış bir fikir adamı olan Ali Şeriati’nin hayatını, kendine has düşünüş biçimini ve bu fikirsel yapının temellendiği felsefi etki ile duygusal zemini acizane tahlil etmeye çalışacağız.
Ali Şeriati 1933 yılında İran’ın Horasan Eyaleti’nin Sebzivar ilçesine bağlı Kahek’te dünyaya gelir, ama Şeriati her zaman için çocukluğunun geçtiği aynı bölgedeki toprağının kuraklığı ile meşhur bir çöl yerleşkesi olan Mezinan adlı köyü, kendi ata toprağı olarak belirtir. Soy olarak bir mollazadedir. Ama bir din adamı sülalesinden gelmenin halk arasında saygınlığının ve maddi getirilerinin olacağı kaçınılmaz olan İran’da, hiçbir zaman bu soydan gelmesi ile böbürlenmemiş veya kendine bir rant sağlama yoluna gitmemiştir.
Babası Muhammed Taki 1935 yılında Şah Rıza’nın yeniden yapılandırma sürecinde din adamı kimliğinden soyutlanır ve dönemin Eğitim Bakanlığı’nda çalışmaya başlar. 1941 yılına gelindiğinde İran Komünist Partisi (TUDEH) kurulduğunda babası bu parti ile dirsek temasına girmiştir. Bu gelişme Şeriati’nin siyasetle ilgilenmeye başlamasının başlangıcı olmuştur denebilir. Daha sonraları Tudeh ile anlaşmazlıklara düşer ve bu partiye karşı fikirsel bağlamda mücadeleye koyulur. 1950’li yıllarda Dr. Musaddık’ın sürdürdüğü Milli Hareket’e katılır.
Ali Şeriati öncelikle 1939 yılında Meşhed’de İbn-i Yemin İlköğretim Okulu’na kayıt olur. İlköğretim süresince bir ara ülkedeki siyasi olaylardan dolayı köyüne dönüp öğrenime ara verir. Bu devreyi ailesi köyünde medrese öğrenimi ile değerlendirtecektir. İlkokulu bitirdikten sonra sırası ile orta okul ve öğretmen lisesini bitirir. Ali Şeriati’nin özellikle ilk ve ortaokul süresince derslerine fazla önem vermeyen, geceleri sabahlara kadar kitaplar okuyan fakat okul ödevlerini ihmal eden bir yapısı vardır. Daha ortaokulda iken Mevlana’nın mesnevisi ile tanışır, ardından bunu Hallac, Cüneyd-i Bağdadi gibi irfan yolcuları takip eder. Lise döneminde Şeriati artık, felsefe ve irfan konularına odaklanmış haldedir. Kendisi bu halini; “Bu dönemde beynim felsefe ile genişliyor, kalbim irfan ile dağlanıyordu…” diye özetler.
1950’li yılların İran’ında Musaddık’ın başını çektiği milli hareket ülke petrollerinin millileştirilmesi için mücadele verecek ve iktidar olacak, fakat 1953 yılında bir ABD darbesi ile devrilecektir. Tüm bu kargaşanın içinde, henüz çiçeği burnunda bir öğretmen olan Ali Şeraiti de Milli Hareketi ve İran petrollerinin millileştirilmesini desteklemiştir. 1952 yılına gelindiğinde, Milli hareketi destekleyen bir gösteriye katıldığından dolayı Ali Şeriati ilk defa gözaltına alınır. Bu gözaltı Şeriati ‘yi artık toplumsal konularda daha duyarlı hale getirir ve kişisel olarak bir kırılma noktası kabul edilebilinir. Bu sosyal kargaşa ortamının içinde, hayatının bundan sonrasına etkileyeceği tartışılmaz olan Cevdet Es-Sahar’dan “Ebu Zer Gıffari” adlı eseri, babasının teşviki ve gözetimi altında, Arapça’dan Farsça’ya tercüme eder. Ebu Zer Gıffari adeta kendisi için yıllar evvelinde kalmış yitiğidir, ilerleyen yıllardaki bir çok söylevsel çıkış noktalarına referans olarak Ebu Zer’i kullandığı görülecektir. Ahmetabad’da bir süre ilkokul öğretmenliği yapar. 1955 yılında açılan Meşhed Edebiyat Fakültesi kurulur ve ilk öğrencilerinden biri de Ali Şeriati’dir. Hem öğretmenliği hem de Edebiyat Fakültesi’nde öğrenciliği beraber sürdürür. Bu arada daha sonraları ilkokullarda uzunca bir süre ders kitabı olarak kullanılacak olan “Dini Ahlak Eğitimi” kitabını kaleme alır ve 1956’da bu kitap yayımlanmaya başlar. Aynı süreç içinde Mekteb-i Vasıta ve Ebu Zer kitabını da yayımlar. Artık sayısı düzineleri bulan yazın hayatına çoktan başlayan bir Şeriati karşımıza çıkmıştır. 1950’li yıllardaki bir diğer önemli nokta da eşi Puran Şeriati ile Edebiyat Fakültesi’nde tanışmasıdır. 1958 yılında evlenirler ve daha sonraki yıllarda bu evlilikten üç kız (Sara, Susan, Muna ), bir erkek (İhsan) çocukları olur. Yine 1958 yılında Şeriati, Edebiyat Fakültesini birincilikle bitirir. 1959 yılında bu başarısının bir sonucu olarak o yıllarda kendi ülkesinde başarılı olmuş bir çok İranlı öğrenci gibi o da burslu olarak Avrupa’da tercih edeceği bir ülkede ve bölümde yüksek öğrenim için gönderilir, Şeriati’nin tercihi Paris olacaktır.
1959’da Şeriati’nin kendi deyimiyle “Paris zindanındaki” günleri başlar. Paris’te önce Fransızca öğrenir ve henüz daha bu dili öğrenme aşamasında eline aldığı bir Fransızca- Farsça sözlükle odasına kapanıp Alexis Carrel’den “Dua” adlı eseri tercüme eder. Bu eseri tercüme etmesi ile Avrupa’da özellikle Paris’te o sıralar yoğun olarak bir fikirsel kabul görmüş olan varoluşçuluktan etkilenmeye başlamıştır. Bu sonraları onu etkileyen isimlerden biri olan Paul Satre ile doruk noktasına ulaşacaktır.
Ali Şeriati Paris’te Sorbonne Üniversitesi’ne doktora öğrencisi olarak kayıt yaptırır ve Sayfuddin’den “Belh’in Faziletleri Tarihi” adlı eseri doktora tezi olarak hazırlar. Doktora öğrencisi olduğu yıllarda öğrenimi ve araştırmalarınsa üniversite ile sınırlı kalmaz; “College de France “ araştırma merkezinde Georges Gurvich ile sosyoloji, “Solciologie Religeuse” araştırma merkezinde ise Jaques Berque ile din sosyolojisi üzerine çalışmalarda bulunur. Hatta çoğu zaman asıl doktora programını ihmal edip, sosyoloji ve din üzerine yaptığı araştırmalara yoğunlaşır.
Paris’te öğrenciliği sırasında o sıralarda ülke içinde de yoğun karışıklıklara sebep olan Cezayir Kurtuluş Hareketi ile temasa geçer. Cezayir’in bağımsızlığı için çalışan bu örgüt için çalışır, aynı zamanda Paris’te faaliyet gösteren diğer Afrikalı kurtuluş örgütleri ile de irtibata geçer. Paris’te kaldığı süre boyunca bu örgütler ile irtibatını devam ettirecektir.
1963 yılında Şeriati Sorbonne Üniversitesi’ndeki doktorasını tamamlar ve o yıl İran’a dönüş yapar. Fakat İran istihbarat servisi (SAVAK) Şeriati’yi ülkeye giriş yapar yapmaz sınırda tutuklar. Uzun süren sorgulama döneminden sonra zaman zaman yazılarında da belirttiği Kızılkale Hapishanesi’ne gönderilir. Burada 6 ay kadar alıkonulduktan sonra suçlanacak somut bir şey bulamadıklarından, Şeriati serbest bırakılır. Şeriati daha sonra bir ilkokulda ardından da Eğitim Bakanlığı’nda ders kitapların hazırlama komisyonunda çalışır. Ardından Meşhed Üniversitesi’ne tarih hocası olarak dersler vermeye başlar. Tüm bu eğitim hayatının arta kalan vakitlerinde kitap tercümeleri yapıyor, yakın çevresinin düzenlediği ev toplantılarına katılıyordu. Bu çalışmalarından rahatsız olan SAVAK fakülte yönetimine baskıda bulunarak Şeriati’nin önce ders saatleri azaltılır, ardından 1971 yılında üniversite ile ilişkisi kesilir. Yüksek Öğrenim Bakanlığı’nda onu oyalayabilmek için kendisine bir oda verilir.
Şeriati’nin İran’daki okur yazar kesim ve özellikle üniversite gençliği arasında tanınmasının sıçrama noktalarından biri de 1967 yılında kurulmuş olan Hüseyniye-i İrşad’da verdiği dersler olmuştur denebilir. Bugün dahi deşifreleri kitap halinde yayınlanan, bir çok dile tercüme edilen bu konferanslar ayrıca ses kayıtları olarak internet üzerinden çok geniş bir kesime ulaşabilmektedir. Şeriati’nin aynı zamanda iyi bir hatip olduğu İrşad’daki konuşmalarından ve bu konuşmalardan etkilenen gençlerin düşün hayatlarındaki değişikliklerden anlaşılmaktadır. Fakat Hüseyniye-i İrşad’da her zaman kurumu da kendi içinde geliştirmeye çalışmış, orada bir kütüphane oluşturmuş ve konuşmalarının hiçbir zaman dini bir konuşmayla sınırlı kalmasını istememiştir. İrşad’daki konuşmalarının birer vaaz olmadığını, kendisinin de bir din görevlisi gibi görülmememsi gerektiğini vurgulamıştır. 1972 yılına gelindiğinde ise Hüseyniye-i İrşad SAVAK tarafından kapatılır. Artık Şeriati üzerindeki baskı giderek artmaktadır. Çoğu zaman gizli ev toplantıları düzenler, bir arkadaşının dediği gibi artık o bir “kültür gerillası”dır. Monarşiye karşı olan özgürlük mücadelesini yarı gizli bir biçimde sürdürmeye devam eder. 1973 yılında Ali Şeriati’yi bulamayan SAVAK, babasını ve bazı akrabalarını gözaltına alır, bunun üzerine Ali Şeriati kendisi SAVAK’a teslim olur ve 18 ay sürecek zorlu işkencelere uğradığı zindan hayatı başlar. Çoğu zaman karanlık bir hücrede tek başına tutulur ve hergün periyodik olarak işkencelere tabi tutulur. 1974 yılının Mart’ında İran Şah’ı OPEC üyesi ülkelerin toplantısına katılmak üzere Cezayir’e gider. Dönemin Cezayir Dışişleri Bakanı, zamanında Şeriati ile birlikte Paris’te okumuş ve beraber Cezayir Kurtuluş Hareketi’nde bulunmuş olduğu Abdullatif Humeyseti’dir. Humeyseti Şah’tan OPEC toplantısı esnasında, eski sınıf arkadaşı Ali Şeriati’yi serbest bırakmasını rica eder. Şah ülkesine döndükten sonra bu rica üzerine Şeriati’yi serbest bırakır. Şeriati artık mahkum değildir ama sürekli gözetim altında tutulur, bedeni zindanda uğradığı işkencelerden bitkindir ve ışığa karşı aşırı derece duyarlılık göstermektedir. Ama Şeriati bu işkenceler karşısında dahi husumete hiçbir zaman kapılmadı. Çevresine sürekli bütün konuşmalarında monarşiye karşı mücadelenin silahla olmaması gerektiğini, bütün çalışmalarının fikirsel ve düşünsel boyutta sürmesini söylüyordu.
SAVAK’ın göz hapsi, ailesinin normal yaşantısını dahi engeller hale gelir. 1976 yılında Şeriati ailesi ile birlikte Avrupa’ya göç etmenin yollarının düşünür. Zorlu bir sürecin ardından SAVAK’ı da atlatarak Mayıs 1977’de, İran’dan havayolu ile Belçika’ya oradan da İngiltere’ye geçer. İngiltere’de bir tanıdığının yanına yerleşir, fakat çacukları (ABD ‘de eğitime gönderdiği İhsan hariç) ve eşi Puran hala İran‘dadır. Puran Hanım sadece iki kızını (Susan ve Sara’yı) İngiltere’ye babalarının yanına gönderebilir, kendisine ve Muna’ya havaalanında yurdışına çıkış için izin verilmez. İngiltere’deki arkadaşının evinde Susan ve Sara ile birlikte kalıp Puran Hanım’ı ve Muna’yı bekleyeceklerdir.
Tarihler 19 Haziran 1977 günün sabahında Şeriati evde, tek başına kaldığı odanın kapı eşiğinde cansız vaziyette bulunur. Bu ani ve genç yaştaki vefatı hakkında SAVAK’dan şüphelenilmektedir. Çünkü o sırada bedensel bir rahatsızlığı yoktu. Ayrıca vefatın üzerinden daha 1–2 saat geçmeden ev İran Konsolosluğu tarafından aranır ve cenazenin resmi işlemlerinin yapılmasını istenir. Vefatın ardından ceset üzerinde otopsiye dahi izin verilmez. Ayrıca İran devleti diri halde türlü oyunlarla kullanamadıkları Şeriati’nin cesedi üzerinden bir meşruluk çıkarmaya kalkmış, naaşı İran’da devlet töreni ile defnetmeyi ve sanki Şeriati’yi monarşiye destek çıkan bir aydın gibi sunma telaşına düşmüştür. Bunun üzerine Şeriati’nin ailesi ve yakın çevresinin gayretleri ile naaşı Şam’da Hz.Zeynep’in türbesine defnedilir.