Din büyüğü olarak bilinen kimselerin, halk üzerinde etkisini artırmak için olağanüstü kişiliğe büründürülüp kutsallaştırılması yaygın bir durumdur. Buna Said Nursî örnek verilebilir. Risal-i Nurlara göre Said Nursî, “yirmi senede öğrenilmesi gereken ilim ve fenlerin özünü üç ayda kavrayarak öğrenimini tamamlamıştır. Hangi ilimden olursa olsun, sorulan her soruya, tereddütsüz ve derhal cevap vermiştir.” Çünkü “rüyasında Peygamberimizden ilim istemiş, o da ümmetine soru sormamak şartıyla ona Kur’ân ilminin öğretileceğini müjdelemiş, bu sebeple daha çocukken asrın bilgini olarak tanınmış ve kimseye soru sormamış, ama sorulan bütün sorulara mutlaka cevap vermiştir”.
Şiilerde de böyle bir iddia vardır. Onlar bunu, Ali’nin soyundan gelen imamlar için söylerler. Şöyle derler: “... İmamlardan hiçbiri bir öğretmene gitmemiş, bir eğitimciden bir şey öğrenmemiştir. ...Hiç biri bir hocadan ders almamış, hiç biri bir mektebe, bir medreseye gitmemiştir. Böyle olduğu halde kendilerine bir şey sorulunca derhal en doğru cevabı verirler. Dillerine bilmiyorum sözü gelmediği gibi cevap vermek için düşünmeleri yahut cevabı bir müddet geciktirmeleri de vaki değildir...” İmamın ilahî hükümlere, ilahî maârife, bütün bilgilere sahip olması, peygamber, yahut kendisinden önceki İmam vasıtasıyladır...”
Bir insanın böyle bir bilgiye sahip olmasının mümkün olamayacağı açıktır. Bu özellik her hangi bir peygamberde de olmaz. Allah Teâlâ şöyle buyurur:
“De ki, ben de tıpkı sizin gibi bir insanım. Bana, tanrınızın bir tek tanrı olduğu bildiriliyor. Artık kim Rabbine kavuşmayı umuyorsa hemen iyi bir iş yapsın ve Rabbine ibadette kimseyi ortak etmesin.” (Kehf 18/110)
“De ki: “Benim size ne zarar vermeye gücüm vardır, ne de sizi olgunlaştırmaya.
De ki: “Beni Allah’ın azabından kimse kurtaramaz. Ondan başka bir sığınak da bulamam.
Benimkisi yalnız Allah’tan olanı, onun gönderdiklerini tebliğdir o kadar.” (Cin 72/21-23)
Said Nursî daha ileri giderek şunları söyler: “Benim özel üstadım olan İmam-ı Rabbânî, Abdulkâdir Geylâni ile Cevşen-ül Kebir münâcâtını kendilerinden öğrendiğim İmâm-ı Gazâlî ve Zeynelâbidîn (R.A.) bir de otuz seneden beri Hazret-i Hüseyin ve İmâm-ı Ali'den (Kerremallâhü Vechehû) aldığım ders ve özellikle Cevşen-ül Kebîr vasıtasıyla onlarla kurduğum manevi bağ sayesinde geçmiş gerçekleri ve şimdiki Risale-i Nur'dan bize gelen meşrebi aldım”.
Said Nursî ile ilgili iddiaların gerçeklerle ilgisi olamayacağı açıktır. Zaten kendi el yazısı ile yazdığı özgeçmişine göre ilk öğrenimden sonra Şeyh Muhammed Celalî’nin ders halkasına katılmış, okunması adet olan kitapları okumuş ve daha sonra Van’da 15 yıl kadar eğitim ve öğretimle meşgul olmuştur.
“Tarihçe-i Hayatı”nda verilen bilgiye göre de; “önce Sarf ve Nahiv ile meşgul olmuş, İzhar’a kadar okumuş, sonra Şeyh Mehmed Celâlî’nin yanına gitmiş, her türlü ilime ait eserleri incelemeye koyulmuş ve İslamî ilimlerle ilgili kırk kadar kitabı ezberlemiştir. Ayrıca Seyyid Nur Mehmed, Şeyh Abdurrahman-ı Tâğî, Şeyh Fehim, Şeyh Mehmed Küfrevî, Şeyh Emin Efendi, Molla Fethullah ve Şeyh Fethullah’dan da dersler almıştır.
Bu sebeple, onun ilim hayıtını üç ayda tamamladığı, sorulan her soruya, tereddütsüz ve derhal cevap verdiği ve bu özelliğin ona rüyasında Peygamberimiz tarafından verildiği iddiası onu kutsallaştırma çabasından başka bir anlam taşımaz.
Kutsallaştırma çabalarının öncüsü bizzat Said Nursî’dir. O, 70 yaşına vardıktan sonra bile şu sözleri söyleyebilmiştir: “Ondört yaşında idim. O zaman diploma sahibi olmanın göstergesi olarak hoca tarafından bana sarık sarılması ve cübbe giydirilmesinin önüne engeller çıkmıştı. Yaşım küçük olduğu için büyük hocalara özel olan giysi bana yakıştırılmamıştı. Diğer yandan büyük âlimler bana hoca değil, ya rakip oluyor, ya da karşımda konuşamıyorlardı. Kendini benim yanımda hoca görecek biri çıkmamıştı. Ben bu hakkı elli altı sene sonra kullanabildim. Bundan yüz sene önce ölmüş Mevlâna Zülcenaheyn Hâlid Ziyaeddin bana, kendi cübbesi ile birlikte bir sarık gönderdi, şimdi o cübbeyi giyiniyorum. Bu mübarek emaneti, Risale-i Nur talebelerinden ve âhiret kardeşlerimizden Âsiye adında bir muhterem hanımın eliyle aldım”.
Said Nursî, 14 yaşında iken rakipsiz bir ilim adamlığı payesine ulaştığını iddia ede dursun Tarihçe-i Hayatı’nda on beş- on altı yaşlarına kadar bütün bilgisinin sünuhat kabilinden olduğu ifade edilmektedir. Sünuhat, kişinin aklına ve hatırına gelen şeylere denir. Onlara ilim dense yeryüzünde alim olmayan kimse kalmaz.
Kaynaklı-İndeksli Risale-i Nur Külliyatı, Yeni Asya Yayınları, İstanbul 1995, c. II, onun
Bediuzzaman Said Nursî, Tarihçe-i Hayat, İlk Hayatı, Haşiye 2, c. II, s. 2123.
, Yirmi Yedinci Mektup,c. II, 1609“
”