III- İMÂMİYYE ŞİASI’NIN İMAMET KONUSUNDAKİ İNANÇLARI
1-İmamları nasıl kim tarfından seçilir ?
Caferilik mezhebi veya diğer bir adıyla, İmamiyye mezhebi, bir Sünni mezhep olmasına rağmen, kendisini diğer Sünni mezheplerden en önemli hususların başında bu mezhebe tabi olan şahısların on iki masum imama inanmaları ve bu masum inanmayı imânın şartlarından saymalarıdır.
Bunlara göre imamları halk seçemez, imamlar peygamberler gibi, Allah tarafından seçilerek görevlendirilmiş kimselerdirler. Bu inançlarına göre kabul ettikleri imamlarla peygamberler arasındaki tek fark isim farklılığından başka bir şey değildir. Böylece, İmamiyye Şiasına göre, bir kimsenin mümin olabilmesi için on iki masum imama inanması ve onlara tabi olması şarttır. Peygamberleri red etmek nasıl ki İslam dininden çıkmaya sebep ise, imamları reddedende tıpkı bunun gibi, Mümin olamaz.
Daha önce, gerek imamlık konusuna, gerekse mehdilik konusuna ve bunlarla ilgili olarak Ehli-Beyt konusuna (Birinci Ciltte) değindim, fakat konunun Caferilerle iliskisi açısından tekrar kısaca değinmeyi gerekli görüyorum. Zira, Caferilerin inancını anlamak için bu konuların bilinmesi temel teşkil eder. Öyle ki, kendilerini bu inançla tanıtarak adlandırmaktadırlar. İmamlık konusunu imanın şartlarından saymaları bu konuya verdikleri önemin tipik örneğidir. Şöyle demektedirler:
“İmâmetin, usûl-i dinden olup imânın, ona inanmakla tamamlanacağına itikad etmekteyiz...... İmâmet nübüvvetin devâmıdır. Peygamberleri göndermek , nasıl bir lütuf ise, peygamberlerden sonra, onun yerine İmâmı naspetmek de lûtufdur ve vücut-ı zâti ile Allah’u Teâlâ’ya vacibdir; bu bakımdan İmâmet, ancak Allah’u Teâlâ’dan nass ile, yâhud o İmamdan önceki imâmın, onun imâmetini beyaniyle tahakkuk eder; insanların seçmesiyle, istemesiyle olmaz; insanlar dilediklerini imam olarak tâyin, yâhud dilediklerini azl hakkına da sâhip değillerdir. Aynı zamanda insanlar, imamsız kalamazlar; çünkü Rasûl-i Ekrem Sallâllahu aleyhi ve sellem, << Kim zâmanın imâmını bilmeden, tanımadan ölürse, câhiliyet ölümü
üzere ölmüştür >> buyurmuslardır.””
“Aynı zamanda asırlardan bir asrın, halkın kendisine itâati farz edilmiş bir imamsız geçmesi de mümkün değildir. İnsanlar, onu kâbul etseler de etmeseler de, ona yardımda bulunsalar da, bulunmasalar da, ona muti olsalar da, her asırda, her zaman,Allah tarafından nasbedilmiş bir imam mevcuttur. İmâmın, halk tarafından tanınıp bilinmesi, yâhud bilinmemesi, Hazret-i Peygamberin (S.M.) magarada, Ebû-Tâlib sı’bında gizlenmeleri gibi halktan gizlenmesi aynıdır; nitekim aklen, bu gizlenmiş zâmanın uzun, yâhud kısa olması arasında da fark yoktur. Allah’u Teâlâ, << Her topluma bir hidayet veren vardır>> 13/7 ve <<
Hiçbir ümmet yoktur ki içlerinden bir korkutucu çıkmasın >> buyurmaktadır.
(35/24)”
Dikkat edilirse, imamları dini açıdan peygamberlerle bir saymakta ve peygamberlerden farklı olarak da, imam toplum içinde mevcut olamazsa, hiç kimse onunla konuşma ve görme imkanına sahip olmasa, ona hiçbir şey sormak veya cevap almak mümkün olmazsa, kısacası toplumla hiçbir irtibatı olmadan, sadece hayalde yaşıyor olsa dahi ki, bununla iddialarınca mağarada gizlenmiş ve halen asırlardan beri hiç kimse ile, hiçbir hususta irtibatı olmayan, var olduğuna iman ettikleri “Mehdi”yi kastetmektedirler, ve bütün bunlara ragmen Mehdi’nin imamlıgına iman etmeyen kimselerin mümin olamayacagı iddiasındadırlar.
2 – İmamiyyeye göre Mehdi inançı
İmâmiyyenin inancına göre, Mehdi: “Şii-İmâmiyyenin on ikinci ve son imam olarak inandıkları Muhammed b. El-Hasan 15 Şaban 255/30 temmuz 869 tarihinde Samarra’da doğmuştur. Onun 9 Rebiyülevvel 258/24 Ocak 872 veya 8 Şaban 256/11 Temmuz 870 tarihinde doğdugu da rivayet edilir. Babası el-Hasan el-Askeri, annesi de Nercis Hatun’dur.
Künyesi, Şii rivâyetlere göre, Hz. Peygamber’in künyesinin aynı, Ebu’l-Kasım’dır. Pek çok lâkabı vardır: Sâhibu’z-Zaman (Zamanın Sâhibi) el-Kaaim (Ayakta Duran), el-Huccet (Kesin Delil), el-Muntazam (Beklenen) el-Mehdi (Hidâyet Olunmuş).bunlardan en meşhûru el-Kaaim el-Muntazar ve el-Mehdi’dir.
İmamiyye, onikinci İmam’ın adını söylemez. Lâkabı ile andıktan sonra “Accelallahu Ferecehu,, (Allah Onun Zuhurunu çabuklaştırsın) derler.
Hakkında daha fazla tarihi malûmata sâhip bulunmadığımız Muhammed b, el- Hasan, Şii-İmamiyye’nin inancına göre, babası el-Hasanu’l-Askari’nin vefatından sonra, evlerinde serdar’a girerek gözden kaybolmuştur; hâlen sağdır ve kıyâmetten önce mehdi sıfatıyla zuhûr ederek zulümle dolmuş dünyayı adâletle
dolduracaktır. Bu, bir inanç esâsıdır.”
Bu öyle bir inançtır ki, Mehdi, hiçbir toplumun içinde mevcut değil, hiç kimseyle bir irtibatı yok fakat aynı zamanda iddialarınca uyarıcı ve yol gösterici imiş. Böyle bir iddia ise hayali bir dogmayla ugraşmaktan başka bir şey değildir. Ve şunu derim ki, halen beklemekte olduğunuz masum imam, üç yaşlarında olduğu bir sırada 1125 yıldan yıldan beri, mağarada gizli olup ondan bir ses çıkmadı. Üstelik, en ufak bir köy muhtarı kadar, ne dini, nede dünyevi herhangi bir işte etkinligi veya müdahalesi yok iken, böyle birisi var olsa dahi ne faydası olur?
Kaldı ki, O bir mevcut olmayandır. Ondan size hiçbir menfaat geldi mi? Geçip gidenlere bir menfaati olmadığına göre, bundan sonra da, kıyamete kadar gelecek olanlara faydalı olması nasıl beklenir. Kıyamete birkaç gün kala gelmesinin, o güne kadar gelip gidenlerin faydası açısından hiçbir önemi olamaz.
Aslında, O sizce kayıp, bence ise hiç yoktur.
Evet, umut edip bekledikleri 12. imamın durumu bu şekildedir. Öbür on bir imamın ise vefat ettiğini ve dünya hayatından uzaklaştıklarını kendileri de kabul etmektedirler. Anlaşılan odur ki, iddialarının dünya yaşamında herhangi bir aktif güncelligi olmadığını kendileri de anlamış olduklarından, kendilerine yaşayanlardan, seçim yoluyla yönetici imamlar seçtiler ve bugün, sandık başında seçmis oldukları kimseler tarafından yöneltilmektedirler. Her ne kadar seçmis oldukları bu kimselere, “İmamın Vekili” veya başka bir ifadeyle “Velayeti Fakih” diyorlarsa da, bu bir dil sürçmesinden başka bir şey olmayıp, gerçekte iddia etmiş oldukları on iki imamın dışında kendi reyleriyle seçilmis imamlar tarafından yöneltilmektedirler. Bugün yönetimleriyle ilgili olarak yaşamakta oldukları fiili durum bu şekilde olup, aksine iddiaların gerçek manada bir önemi yoktur. Onlar bugünkü fiili durumlarıyla on iki imam iddialarının dışına çıkmışlardır. Bu durum, hayali gerçeklerle, somut gerçeklerin mücadelesinde, somut gerçeklerin galip gelmesi olayıdır.
Uygulama imkanı olmayan ve aynı zamanda hayat gerçekleriyle bağdaşmayan hayali iddialler hiçbir zaman tatbik imkanı bulamazlar, öyle ki, aradan geçen asırlar içerisinden, şimdiye kadar dünyada yaşamış olan tüm insanlar, İmamiyye Şiasının iddia etmiş oldugu Mehdi’yi başlarına imam olarak getirmeyi amaçlamış olsalar dahi, buna imkan bulamazlardı, zira mevcut olmayan ve olması da mümkün olmayan hayali durumların, realite olarak gerçeğe dönüştügü görülmüş şey değildir.
Ayrıca, imamlık Liyakati olarak ileri sürmüş oldukları on iki imam iddiaları Kur’an’la da bağdaşmamaktadır. Kur’an’a göre, Allah nezrinde üstünlük takva derecesine göredir. Takva ise, akrabalık olayından bağımsız bir olğudur. Akrabalık bağı, Allah nezrinde geçerli bir olğu olmuş olsaydı bütün insanlar, Allah nezrinde üstün bir dereceye sahip olmuş olurdu, zira bütün insanlar Adem’in çocuklarıdır, Adam ise ilk mürşit ve ilk peygamberdi, böylece bütün insanların, Kur’an öğretisine göre peygamber çocukları olduğu açıkça görülmüş olur. Fakat bu olgu onlara bir şey kazandırmaz. Kazandıran tek olgu takvadır. Peygambere ehil olarak akrabalık bağlarıyla yakın olmak sevinilecek bir olaydır, fakat İmam Ali’nin ve çocuklarının, Müminler tarafından bu kadar çok sevilmelerine esas neden, yüksek takvalarıdır. İmam, Ali olsun, onun temiz çocukları olsun Müminlere imam olmaya layık çok değerli kimseler idiler. Benim burada konu ettiğim onların değerli şahsiyetleri degil, İmamet konusunda, Kur’an’a göre İslam sistemini göstermektir.
Kur’an’a göre imamet soya bağlı olmayıp, bütün Müminlerin hak kazanabilecegi şahsa bağlı bir olaydır. Buna göre herhangi bir mümin imam olabilir. Zaten, başka türlü, tatbiki yönünden bir uygulaması olamaz, farz edelim ki bugün Mehdi mevcut olmuş olsun ve İmam mevkiinde bulunmus olsun, vefat ettiğinde ondan sonra kıyamet binlerce sene sonra olmuş olsa, ondan sonra kendisi dışında bir imamın olması muhakkak gerekecektir, o zaman on iki imam iddia etmenin manası nedir. Kıyamete, iddia ettikleri gibi 40 gün veya 40 sene kala mehdi gelmiş olsa bile netice yine değismez. Zira şimdiye kadar oldugu gibi, şimdiden sonra da Mehdi gelinceye kadar çok uzun bir zaman geçmesi halinde, imamsız geçecek asırların, imamsız geçmemesi için, on iki imam dışında gerege göre imamlar kabul etmekten başka bir izahını yapamazlar. Nitekim, bugün uygulamada yaptıkları da zaten budur.
Kabul ettikleri on iki imam şunlardır:
Eb’ül - Hasan Ali b. Ebi - Talib (El - Murtazâ). Hicretten 23 yıl önce H. 40
Ebû - Muhammed Hasan b. Ali (Ezzeki) H. 2 - 50.
Ebû - Abdullah Huseyn b. Ali (Seyyid’üs Sühedâ) H.3 -61.
Ebû - Muhammed Ali b. Husyen (Zeynülabidin) H. 38- 85.
Ebû - Ca’fer Muhammed b. Ali (El - Bâkır) H. 57 - 114.
Ebû - Abdullah Câ’fer b. Muhammed (Es - Sâdık) H. 93 - 148.
Ebû - İbrâhim Mûsâ b. Cafer (El - Kâzım) H. 128-193
Eb’ül - Hasan Ali b. Mûsâ (Er - Rızâ) H.148-203.
Ebû - Cafer Muhammed b. Ali (El - Cevâd) H. 195 - 220.
Eb’ül - Hasen Ali b. Muhammed (El- Hâdi) H. 212 - 254.
Ebû - Muhammed Hasan b. Ali (El - Askeri) H. 232-260.
Muhammed el - Mehdi b. Hasan el - Askeri H. 260 - ?
(İmâmiyye Siası, Yazan: Prof. Dr. Ethem Rûhi Fıglalı, Sayfa, 171-172, Selçuk Yayınları.)
DEVAMI>>>>