ÖĞRETMENLİĞE ATANMAM
1949 haziran ayında okuldan mezun oldum. Eylül ayında tayin emrim gelmiş oldu. Kahramanmaraş iline bağlı Elbistan Orta Ören Köyü’ne tayin edilmiştim. Ekim ayı içerisinde köye giderek vazifeye başladım. Kerpiçten yapılmış tek sınıftan ibaret bir okulu vardı. Öğretmen evi yoktu. Köy altmış haneden ibaret olup, Hüseyin Ağa denilen bir kişiye aitti. Yirmiden fazla erkek çocukları vardı. Köy bunların evlenip çoğalmasıyla meydana gelmişti, o tarihlerde yaşı yetmiş-sekseni bulmuştu.
Evi misafirsiz kalmaz, yedirip içirmeyi çok severdi. İlme ve irfana çok açık olan bir ağaydı. O güne göre tam bir marifçi. Ayrıca müslümanlığı yaşayan muhterem bir kişiliği vardı. Okulun evi olmadığı için beni kendi evine aldı. Ben de onların ailesinden bir fert olmuştum. Beni evlatları gibi severdi. Böylelikle manevi bir anne ve babaya kavuşmuş oldum. Oğlu Mehmet Efendi muhtardı. Bir yılım böyle geçti. Birinci ve ikinci sınıfları tek sınıfta okutuyordum. İkinci sene muhtar beni misafir etti. Beni kardeşlerinden bir kardeş gibi kabul ediyordu. Muhtarın evine de gelen giden çok olduğu için okuma fırsatı bulamıyordum. Muhtara rica edip, okula bitişik bir oda yapmasını söyledim. Muhtar bu ricamı kabul ederek isteğimi yerine getirdi. Yıl ortasında, yapılan küçük tek odadan ibaret evime taşınmış oldum.
KÖYDE BAŞIMA GELEN BİR OLAY
Arasıra evlere davete gidiyordum. Bir gün Mustafa isminde bir öğrencinin ailesi beni davet etti. Anişe isminde bir kızları yemeklerimizi sofraya getirmişti. Çay sohbetinde köy ile ilgili sorunları görüştük. Köyün arazisi geniş olduğu halde tarıma pek elverişli değildi. Çünkü ovaya su getirilmemişti. Karşı tepelerde üzüm yetiştirildiği halde meyve bahçeleri çok azdı. Gelir düzeyi düşük olduğu için köyün gençleri evlenmek ve başlık parasını ödemek için nişanı iki üç sene uzatırlardı. Kızın annesi benim niçin evlenmediğimi sordu. Durumumun müsait olmadığını söyledim. Benim evlenme fikrim olmadığı için ergenlik çağına gelmiş köy kızlarıyla ilgilenmiyordum. Hanelerini bana açmış olan bir köyün genç kızlarına kötü gözle bakamazdım. Solcu olmama rağmen fıtratımı koruyabiliyordum.
Bize yemekte hizmet eden evin güzel ve terbiyeli kız iç aleminde bana aşık olmuş. Bu tutkusunu bir iki ay anne ve babasından gizli tutuyor. Neticede annesine derdini söylemek zorunda kalıyor. Annesi de sabır etmesini söyleyerek teselli ediyor. Aşk hiç sabır dinler mi? İkinci sınıfa devam eden kardeşi Mustafa ile bir mektup göndererek aşkını ilan ediyordu. Benim için tehlike çanlarının çalmaya başladığını anlamıştım. Mektuba cevap vermedim. Sabır göstermekten başka bir çarem de yoktu. Mektuplar üst üste gelmeye başladı. Cevap vermedikçe üzerime geliyordu.kendisini anne babasından istemi arzu ediyordu. Köyün en güzel kızlarından biriydi. Ne olursa olsun benim evlemek fikrim yoktu.
Birgün annesi ile beraber okula geldiler. Kızıyla evlenmemi teklif etti. Bunu yapmazsam kızının bu aşktan heder olup gideceğini söyledi. Ben ise, böyle bir işe teşebbüs imkanımın olmadığını söyledim. Bu tavrımdan dolayı kızcağız aşkını şiirle ilan etmeye başladı. Ben ne yapacağımı şaşırdım. Durumu muhtara söyleyerek bir tedbir almasını söyledim. Muhtar, merak etmememi, böyle şeylerin olabileceğini, köyün bu konuda anlayışlı olduğunu söyledi. Ağanın sağ olduğu müddetçe bana kimsenin zarar veremeyeceğini, benim doğru ve namuslu bir insan olduğumu herkesin şahid olduğunu söyledi. Anişe’yi anne ve babasından isteyip her ikinizi nişanlamakla bu olayı kapatırız diyerek söz verdi.
Birkaç gün sonra muhtar evlerine giderek kızcağızı istedi. Kızın babası kardeşinin bu işe razı olması şartıyla kabul edebileceğini söylerken, amca ise bu işi duyar duymaz değil razı olmak küplere binmişti. Kızın ailesini tehtid ediyor, siz benim gelinliğimi nasıl olur da yabancı bir kişiye verirsiniz diyordu. İki kardeşin oğlu ve kızı aynı sene dünyaya gelmişlerdi. Bu iki minik çocuk beşik geleneği olarak nişanlanmış, büyüdüklerinde evlenmeleri için her iki taraf söz vermişti.
Muhtarın isteğinden sonra kızın amcası harekete geçti. Birkaç gün içinde kız ile oğlanı nişanlanmış, kızcağız takıları kabul etmeyerek önlerine fırlatmıştı. O yörenin hiç bir yere uymayan bir geleneği vardı. Nişan merasimi yapıldıktan sonra her ikisinin nikahı hoca tarafından kıyılarak oğlanın kız evine serbest olarak gidip gelmesi sağlanmış olurdu. Çok ailede kız gelin olmadan evlilik meydana geliyormuş. Anişe’nin de nikahı kıyıldığı için nişanlısı serbest olarak gidip gelebiliyordu. Yine şiirler ve mektuplar devam ediyordu. Bana güvenmemi söylüyordu. İkisini biraraya getirmeyi başaramadılar. Anişeyi birleştirmek için başka bir köyde akrabalarına götürdüler. Orada da bir bu işe bir çare bulamadılar. Anişe’yi tekrar köye getirmek mecburiyetinde kaldılar.
Okulun kapanmasına üç ay kalmıştı. Artık beni yer yer tehtid ediyorlardı. Babama bir telgraf çekerek bana bir kız bulup nişanlamasını yazdım. Hayatımın tehlikede olduğunu söyledim. Babam da isteğimi kabul ederek, yakın bir dostunun kızı ile beni sözledi. Evleneceğim kızın fotoğraflarını alarak beni ziyarete geldi.
Babamın beni nişanladığı bütün köye yayılıyordu. Köylüler Anişe’nin durumunu bildikleri için onun adına üzülüyorlardı. Artık emin olarak görevime devam edebilirdim. Kız evi babamı davet ettiği için husumetin kalktığına inanmış oldum.
Okulun kapanmasına bir ay kalmıştı. Bir Pazar günü köyün alt taraflarında kalan bahçelere inmiştim. Köyün içinden geçip okula giderken, evlerine yakın bir yerde önümü kesip kendini kaçırmamı söyledi. Sevginin gözü kördür diye bir atasözü meşhurdur. Bu sözü büyük kardeşinin yanında söylüyordu. Ben bir olayın çıkacağını anlayarak muhtarın evine yöneldim. Kızkardeşinden bu sözleri duyan abisi, arkamdan tabanca ile bana ulaşıp durmadan bana ateş ediyordu. Tabanca bir türlü ateş almıyor veya tutukluk yapıyordu. Böylelikle muhtarın evine ulaşmış oldum. Köy halkı bu olaya şahid olmuşlardı. muhtarla birlikte ilçeye giderek, İlköğretim Müdürü’ne durumu beraberce izah edip savcılığı haberdar ettik.
Durumu yerinde incelemek için müfettişler gönderildi. Haklı olduğum rapor edilerek ilgililere bildirildi. Okulun kapanmasına bir hafta kala, beni bir gün kız arkadaşının evine çağırdı. Ev halkının diğerleri arazilerine gitmişlerdi. Elinde bir mendil, yüzünden boncuk boncuk göz yaşları boşalıyordu. Titrek bir sesle nişanlımın fotoğrafını görmek istedi. Elbette diyerek gösterdim.
Sevginin ne demek olduğunu bilmeyen ve engel olanların hepsini suçlayarak artık bu sevginin ahirete kaldığını ifade etti ve beni son olarak uğurladı. Ben de helalleşerek o köyden ayrıldım. Üçüncü yıla girmeden bakanlık tarafından Malatya iline atanmıştım.
DEVAMI>>>