Peygamberi ve peygamberliği doğru anlamadan, İslamı doğru anlamanın mümkün olamayacağı bilinen bir gerçektir. Bu gerçeği, Kurana götürerek, mevcut anlayışımızı yeniden gözden geçirmek ve Kur'an'ın şaşmaz doğrularına uymayan yanını atmak zorundayız. Biliyoruz ki:
Peygamber, Allah'ın vahyini kullarına sunmak için, kullan içinden seçtiği elçidir, Onu diğer insanlardan ayıran, farklı ve üstün kılan, elçilik boyutudur.
İnsan Muhammed ile Peygamber Muhanımed(sav) ayrı ayrı değerlendirilmeden, peygamberliği doğru tanımlamak mümkün değildir, insan olma boyutu ile Hz. Muhammed (sav), fiziki anlamda bizden farklı olmayan, bizim gibi acıkan, susayan, yorulan, üzülen, sevinen, öfkelenen, unutan". bir insandır.
"De ki: Ben de ancak sizin gibi bir insanım, ancak bana ilahınızın tek bir ilah olduğu vahyediliyor.Kim Rabbine kavuşmayı umuyorsa salih amel işlesin ve kulluğunda Rabbine hiç kimseyi ortak koşmasın" (18 Kehf-110).
Gerek ''sünnetle', gerek "hadisle' ilgili değerlendirme yaparken, peygamberin bu yönünü dikkate almak zorundayız. Peygamberin kendi şahsı ile ilgili yaptıkları, bizim için yapılması ve uyulması şart olan şeyler değildir, Diyelim ki, Peygamber(sav) renklerden beyazı seviyor diye, bizim de beyazı sevmemiz; yemeklerden kabağı seviyor diye, bizim de kabak yemeğini sevmemiz gerekmez.
Bizi bağlayıcı olan ve asıl uyulması gereken O'nun peygamberlik boyutudur.Ne var ki peygamberlik boyutu, bağlılarınca doğru değerlendirilmediğinden sünnet de yanlış anlaşılmaktadır. Öncelikle ifade edelim ki, Peygamber ( sav), ne Allah'a, ne de O'nun gönderdiği dine ortak olmadığı gibi, kendiliğinden din adına hüküm koyan da değildir.
O, sadece konulmuş olan hükümleri açıklayan, bildiren ve uygulayandır, insanları kendine değil, Allah'a çağırandır. Hüküm koyucu yalnız Allah'tır.
Kimi ayetlerde, Peygambere itaat etmemizi isteyen Allah bu itaat emri ile peygamlerlerin şahsen söyledikleri sözlere değil, vahye ait hükümleri açıklayan sözlerine itaat etmemizi kastetmektedir:
" Şüphesiz, Biz, Kitab'ı sana, insanlar arasında, Allah'ın sana gönderdiği şekilde hükmetmen için hak ile gönderdik. Hainlerden taraf olma“ (4 Nisa-105).
Peygambere tabi olmak demek, o'nun kendisine değil, O'nun şahsında(O'nun Kuran'a uyduğu gibi)Kur ana uymak demektir, Çünkü, O bir elçiydi ve insanları Allah'a çağırıyordu:
"De ki: "Size Allah'ın hazineleri benim yanımdadır, demiyorum. Gaybı da bilmiyorum. Ve size, ben bir meleğim de demiyorum. Ben sadece bana vahyolunana uyuyorum." De ki: "Kör ile gören bir olur mu? Hiç düşünmez misiniz?" '' (6 En'am-50).
Peygamberliğin doğru anlaşılması için, Peygamberliği, Kur'anın bir bütün olarak ifade ettiği anlam içinde ele alarak ve bütün ayetleri göz önünde bulundurarak değerlendirme yapmak gerekir. Ve bunun için de önce 'Peygamberlik nedir?' sorusuna doğru cevap verilmelidir.
"Peygamberleri ancak müjdeci ve uyarıcı olarak göndeririz. Kim iman edip kendini düzeltirse bilsin ki onlar ne korkar ne de üzülürler" (6 En'am-48).
Bu ayetlerde de açıkça görüldüğü gibi, "," însanlara, kendilerine indirileni açıklamak için,,." (Nahl-44) seçilen Peygamberimizi adeta açıklama yerinekendiliğinden "din" koyma gibi bir konuma getirmek ve buna da sünnet demek, Allah'ın dini yanında başka bir din icat etmektir. Oysa sünnet başka bir din değil, Kur'an'ın pratize edilişidir. "Kitapta hiçbir şeyi eksik bırakmayan.,." (En'am-38) ve ''dininizi tamamladım" (Maîde-3) diyen Allah, elçisine de bunu açıklama görevini vermiştir. Kur'anın pratize edilişi olan sünnet, İslam'ın "olmazsa olmaz' şartıdır.
Ancak, Kur' an'ın özünü kavrayamayanlar aşağıda yazılı ayetleri delil göstererek sünneti Kur'an'ın açıklaması olarak değil, Peygamberin din adına koyduğu kurallar ve bu kurallara uymayı da Allah'ın emri olarak nitelendirmektedirler. Bu anlayış ile Tevhid inancı bozulmuş, bid'at ve hurafe sünnet ve hadis adı altında dîne sokulmuştur.
Boylece Kur'ana güç yetirmeyen şirk, sünnet/hadis postuna bürünerek İslamı can evinden vurmayı başarmıştır. Sürekli olarak Kendisi ile birlikte Rasulüne itaat etmemizi; Rasulü bize neyi uygun görmüşse, ona uymamızı, sakındırdıklarından sakınmamızı, aramızdaki ihtilafları Rasule götürmemizi, O'nun vereceği kararlara içtenlikle uymamızı isteyen Allah'ın, bu hükümleri sanki Rasulüne dinde kural koyma yetkisi vermiş gibi anlaşılmaktadır.
Oysa ki Allah kendisinden başka hiç bir varlığa, dinde hüküm koyma hakkı/yetkisi vermediğini, Kitab'ında çok açık birşekilde ortaya koymaktadır. Peygambere hüküm koymada yetkisi verme gibi görülen bu ayetler Kur'an bütünlüğü içinde değerlendirildiklerinde, peygamberin hüküm koyma hakkına sahip olduğunu belirten ayetler değil, peygamberlik konumunu ifade etmektedirler.
Zira, Kitap ve Peygamberlik vahy bütünlüğünü oluşturan iki ayrı parçadır. Yoksa, hiçbirimize Allah'tan, doğrudan peygamberin Hz.Muhammed (sav) olduğunu, Kur'an'nın Allah tarafından Hz,Muhammed (sav)'e gönderildiğini bildiren özel bir haber/ayet gelmedi, Biz Allah'ı da, Kitab'ı da Peygamberin aracılığı ile biliyoruz. Böyle olunca da elçilik, vahyin bir bölümünü oluşturmaktadır. Bu özelliğinden dolayı da elçiye itaat etmek, vahyi onaylamanın bir gereğidir. Bu konumundan dolayı peygambere itaat etmek peygamberin kendisine değil, O'nun şahsında vahye uymaktır. Peygamberi onaylamadan getirdiklerini onaylamak mümkün değildir. Kur'an'ın bütünlüğü içinde peygamberliğin/sünnetin konumu bu olmasına karşılık, günümüz anlayışında peygamber Allah'a dinde ortak edilmiş bir konumdadır.
Bu genel değerlendirmeden sonra söz konusu ayetlerden anlaşılması gereken anlam üzerinde biraz durmakta yarar var:
"Peygambere itaat eden, Allah'a itaat etmiş olur. Kim yüz çevirirse bilesin kir biz seni onlara bekçi göndermedik" (4 Nisa-80).
Bizce bu ayetten anlaşılması gereken gerçek şudur: Yüce Allah demektedir ki,
Peygamberin size bildirdiği hükümler var ya, onlar Benim tarafımdan ona bildirilen hükümlerdir (Kur'an'ın ayetleri dir). Siz o hükümlere uymakla, o'na değil Bana itaat etmiş olursunuz. Onun açıkladıklarına / söylediklerine itaat etmezseniz, aslında Bana itaat etmemiş olursunuz. Çünkü, o hükümler Bana aittir. Onun için, siz, o'na uymakla Bana uymuş olursunuz, Ve o, yaptığı çağrıda sizi kendisine değil, sizin de, O'nun da Rabb'i olan Bana çağırmaktadır.
Gerçek bu iken, bu ayetten yola çıkarak peygamberi dinde hüküm sahibi olarak görmekse Kur'an'ı ve Peygamberi yanlış değerlendirmenin sonucudur.
Tevhidin bozulması, hurafe ve bid'atların dini kirletmesi, şirkin inancımızda ve hayatımızda yer etmesi konusunda, peygamberlik ve sünnet anlayışımızdaki yanlışlığın, büyük payı var.
İslam adına işlenen bu cinayetlere kim ki ortak olmak istemiyorsa, bu konudaki yanlış inancını Kur'an'a göre sorgulamalı ve dini Allah'a halis kılan Müslümanları da Sünneti inkar edenler olarak suçlamayı bir kenara bırakıp, sünneti doğru anlamaya çalışmalıdır.
Aslında sünnetin yanlış anlaşılmasından dolayı geldiğimiz noktayı anlamak için, günümüz Müslümanların yaşadığı İslam'a bakmamız yeterlidir. Küfür, İslam'ın üstünü öylesine örtmüş ki, hayatın temel dinamiklerinin, küfrün oluşturduğu anlayışa göre belirlenmesi bile önemsenmez olmuştur. Daha da kötüsü dinin, mevcut anlayışa uyan kısmı kabul edilmiş, uymayan kısmı ise ya reddedilmiş, ya da gerektiği gibi önemsenmeyerek hayattan dışlanmıştır.
Başka bîr ayette:
"Ey iman edenler! Allah'tan korkun ve doğru sözü söyleyin ki Allah'ta amellerinizi düzeltsin ve günahlarınızı bağışlasın. Kim Allah'a ve rasulüne itaat ederse işte o büyük bir kazanç elde etmiş olur" (Ahzap -70,71)
buyurulınaktadır. Bu ayet, iman edenlere kurtuluşun yolunu göstermektedir.
Nedir o yol? Allah'a ve Rasulüne itaat etmek ve bu yolun dışında kurtuluşa götürdüğünü iddia eden bütün yolları reddetmektir.Diğer bir ifade ile Allah'a ve Peygamberine uymadıkça, kurtuluşa ermek mümkün değildir. Allah'a ve peygamberine tabi olmayı ise Allah'ın koyduğu hükümler ve Peygamberin koyduğu hükümler olarak ikiye ayırıp, her birine ayrı ayrı uymak olarak anlaşılmamalıdır.
Geleneksel kültürümüzde yer etmiş ve islam'a mal olmuş anlayışla bu ayete anlam verdiğimiz zaman kurtuluşa götüren iki yol vardır: Kurallarını Allah'ın koyduğu yol ile, kurallarını peygamberin koyduğu yol. îki ayrı hüküm koyucu !!
Bu, Allah'a eş koşmak değil midir? Denilebilinir ki, Peygamber kendi adına koyduğu kurallarda tamamen vahye dayanmaktaydı. Böyle olunca da bu kurallara uymak demek, Kur'an'a uymak demektir. İşte bir çoğumuzun yanıldığı ve çelişkiye düştüğü nokta burasıdır. Bu görüşü doğru sayarsak, Peygamberi Allah'ın dinine ortak kabul etmiş sayılacağımızdan,Tevhidi İnancı bozmuş oluruz. Ayrıca dinin bir bölümü olduğuna inanılan ve Peygamberce konulduğu iddia edilen kurallar, Kur'an gibi korunmaya alınmadığından, dinin bir kısmı (Peygambere ait olanı) zamanla tahrif olduğundan, bir kısmı tahrif olmuş bir dine nasıl hak din denilebilir? Çünkü Allah yalnızca kendi Kitabını korumuştur.
Şayet peygamberin kendi adına ayrıca koyduğu iddia edilen kurallar dinîn bir parçası olsaydı, Kur'an gibi koruma altına alınması gerekmez miydi? Kaldı ki Peygamber ashabına (arkadaşlarına) kendisine ait olan sözlerin yazılmasını, vahy ile karıştırılmasın diye yasaklamıştır, bu konu ile ilgili hadisler bölümünü mutlaka okuyun.
Zaten Peygamberimizin'de en korktugu olaylardan biride diğer ümmet'lerin peygamberlerini uçurdukları gibi kendisinide bu ummetin sevme adına onu uçurmasından korkuyordu.
Önceki ümmetlerin dinlerinden sapmalarının nedenlerinden olarak, onların Peygamberlerinin sözlerini vahye karıştırmış olmalarını göstermiştir. Peygambere itaat etmekten de" O'nun verdiğini almaktan da, yasakladıklarından sakınmaktan da maksat, O'nun kendisine değil. O'nun tarafından açıklanan ayetlere uymaktır.
Çünkü, o bize ayetleri/ vahyi getiriyordu. Getirdiği ayetler, bizim uymamız ve sakınmamız gereken şeyleri bildiriyordu. Peygambere itaat etmek demek, bu ayetlerin hükmüne uymak demektir. Nasıl kî Müslümanların dinine uyun dediğimiz zaman, Allah'ın dinine uyun demiş oluyorsak, Resule itaat edin emri de vahye uyun demektir, Allah'ın dini de desek, peygamberin dini de desek, Müslümanların dini de desek netice de aynı şeyi üç değişik şekilde ifade etmiş oluruz. İşte, "Allah'a ve peygambere itaat etmek“ sözü de bu anlamda kullanılmıştır. Peygambere itaat edin sözünden Peygamberin şahsına ait olan değil, Allah'a ait olan anlaşılmalıdır.
Tekrarlarsak, Peygamber din adına kural koyucu değil, dinin kurallarını pratize edendir. 'Peygamberi sünnet' te Kur'an'ı yaşayış biçimidir. Bu boyutu ile peygambere uymadan islam yaşanamaz. Çünkü, sünnet Kuran'in hayata aktarılış biçimidir. Peygamber din adına kural koysun diye değil, insanlara Allah'ın dinini açıklasın ve onlara örnek olsun diye seçilmiştir.
"Eğer (Muhammed) bizim hakkımızda sözler uydurmuş olsaydı( Eğer o kendi sözlerini vahiymiş gibi sunmaya kalkışsaydı), onu kıskıvrak yakalar, sonra da şah damarını koparırdık. Hiçbiriniz de onu kurtaramazdınız!" (69 Hakka 44,45,46,47).
"De ki, ben kendi kendime Allah'ın dilediğinden başka ne bir menfaat elde etmeye, ne de bir zararı önlemeye malik değilim. Ben eğer gaybı bilseydim daha çok hayır yapardım ve kötülük denilen şey yanıma uğramazdı. Ben iman edecek bir kavme müjde veren ve uyaran bir peygamberden başka biri değilim. " ( 7Araf - 188)
"Onlara bir ayet getirmediğin zaman: ''kendin bir tane uydursaydın ya" derler. De ki: "Ben ancak, Rabbimden bana vahy olunana uymaktayım. Bu iman eden kimseler için Rabbinizden gelen basiretler, bir hidayet ve rahmettir" (7 Araf- 203).