9- MÜSLÜMANLARI BATIRAN ŞİRK
MÜRİT- Yetmiş yıldır bu ülkede yeterli dini eğitim yapılamadığı için hocalarımız bazı yanlışlar yapabiliyor. Biliyorsunuz 1924'te şeriat kaldırıldı. Bütün yasalar Batıdan alındı. Bir zamanlar din eğitimi tamamen yasaklandı. Ezan Türkçe okundu. Bunları uzatmak mümkün.
BAYINDIR- Bütün suçu başkasının üstüne at ve sen aradan çekil. Ne kolay bir yaklaşım tarzı! Yetmiş yıl önceki şartlara durup dururken mi gelindi? İslam alemi Birinci Dünya Savaşı'nda Batı karşısında niye kesin bir yenilgi aldı?
MÜRİT- Bunun siyasi, sosyal, ekonomik ve askeri birçok sebebi var. Şimdi sen bunu da mı tarikatlara bağlayacaksın?
BAYINDIR- Bunu tarikatlara bağlamak da kolaya kaçmak olur. Bu yenilginin siyasi, sosyal, ekonomik ve askeri sebeplerini uzmanlarına bırakalım. Biz burada Kur'an'a uyma yerine Kur'an'ı kendimize uydurmadan bahsedelim.
Kur'an'a taban tabana zıt nice sözler hadis, yani Hz. Peygamber'in sözü diye ortaya atılmış ve Müslümanlar arasında kabul görmüştür. Şu söz onlardan biridir:
“İşlerinizde ne yapacağınızı şaşırdığınızda kabirlerdeki ölülerden yardım isteyin[1].”
Bu sözü hadis diye ortaya atan, Yavuz Sultan Selim'in meşhur şeyhülislamı İbn-i Kemal’dir. O, bununla da kalmamış, doğruluğunu ispat için felsefi izahlara girmiştir. Bu sebeple sıkıntı ağırdır. Bu konu Ölülerden Yardım İsteme, başlığı altında anlatılmıştı.
İslam alemi Kur'an'dan uzaklaşalı asırlar oluyor. Şeyhler gibi mezhep imamları da kutsallaştırılmış, onların sözleri Kur'an ve sünnetin yerini almış ve Müslümanlar Kur'an ve sünnet ışığında yeni fikirler üretmeyi büyük günahlardan sayar hale gelmişlerdir. Son bölümde, Kur'an'a Dönmek başlığı altında bu konuya da girilecektir.
Birinci Dünya Savaşı'ndaki kesin yenilgi bir başlangıç değil, bir sonuçtur. Sizin o yetmiş yıllık uygulama diye tenkit ettiğiniz şeyler de bir sonuçtur. Birinci Dünya Savaşı'nda olan yenilgiyi bir askeri yenilgi saymak kolaycılık olur. O, kendine güvenini yitirmiş bir toplumun yenilgisidir.
MÜRİT- Kendine güvenden ne anlıyorsunuz? Bir Müslüman kendine değil, Allah'a güvenir.
BAYINDIR- Kendine güvenmek, inandığı değerlere güvenmektir. İnandığı değerlere güvenmeyenin imanı da olmaz.
MÜRİT- Bunu biraz daha açar mısınız?
BAYINDIR- Bakın, Hz. Muhammed Allah'ın Elçisi olduğunu söyleyince ona gülenler, deli diyenler, sihirbaz diyenler, onu alaya alanlar ve hakaret edenler olmuştu. Eğer, bu davranışlar onun inandığı değerlere olan güvenini sarssaydı, bunun etkisiyle "Ya bunlar haklıysa?" deseydi halkın içine çıkıp bir iş yapabilir miydi?
Ona salat ve selam olsun, Hz. Muhammed'in inandığı değerlere güvenmesi ve Allah'ın Elçisi olduğu konusunda kuşkuya düşmemesi için çok sayıda ayet inmiştir. Onlardan bir kısmı şöyledir:
Yasin. Hikmetle dolu Kur'an hakkı için
İşte sen, kesinkes elçi olarak görevlendirilmiş olanlardansın.
Dosdoğru bir yol üzerindesin." (Yasin36/1-4)
"Durma, öğüt ver; Rabbinin nimeti sayesinde sen, ne bir kâhinsin ne de bir deli.
Yoksa şöyle mi diyorlar: "O bir şairdir, başına gelecekleri bekliyoruz."
De ki: "Bekleyin, zaten ben de sizinle beraber bekleyenlerdenim."
Yoksa bunu kendilerine akılları mı emrediyor. Ya da onlar azgın bir takım mıdırlar?
Yoksa "Onu kendi uydurdu" mu diyorlar? Hayır, aslında bunlar inanmıyorlar.
Öyleyse bunun dengi bir söz getirseler ya? Eğer doğruysalar". (Tur 52/29-34)
Nun; kalem ve yazdıkları şey hakkı için,
Sen Rabbinin nimeti sayesinde deli olamazsın.
Sana, tükenmek bilmeyen kesin bir ödül vardır.
Sen gerçekten büyük bir ahlaka sahipsin.
Yakında sen de görürsün, onlar da görürler.
Deliliğin hanginizde olduğunu.
Doğrusu senin Rabbin, yolundan sapanın kim olduğunu iyi bilir; o, yola gelenleri de çok iyi bilir.
O halde yalanlayanlara boyun eğme.
İstedikleri şudur: Keşke sen yağcılık yapsan da onlar da sana yağcılık yapsalar. (Nun 68/1-9)
Sen Rabbinin hükmüne katlan; balığın yuttuğu (Yunus) gibi olma, hani o nefesi kesilmiş bir halde yakarmıştı.
Eğer ona Rabbinden bir nimet yetişmiş olmasaydı boş bir yere fena bir halde atılacaktı.
Ama Rabbi onu seçip iyilerden yaptı.
O inkar edenler, Kur'an'ı dinledikleri zaman nerdeyse seni gözleriyle devireceklerdi. "O delidir" diyorlardı.
Oysaki Kur'an, herkes için bir öğütten başka bir şey değildir. (Nûn 68/48-52)
Bu ayetler Hz. Muhammed sallallahu aleyhi ve selleme daima güven tazeletiyordu. Bu anlamda çok ayet vardır. Allah Teâlâ, geçmiş elçilerin çektiği sıkıntıları dile getirerek de onu teselli etmiştir. Yoksa o büyük işi nasıl başarabilirdi?
Müslümanlar, her an değişen ve gelişen olaylar karşısında kendilerine ve dinlerine olan güvenlerini diri tutmak için Kur'an'ı düşünerek okumak zorundadırlar. Bunu yapmadıkları için inandıkları değerlere olan güvenleri azalmış, nefislerini ıslah etme adına kendilerini hakir saymış, kimi şahısları da olduğundan büyük görmeye ve onlar için hayali makamlar uydurmaya koyulmuşlardır. Sonra da bu şahısların kendilerine manevi yardım yapacağına inanmışlardır. Bu inanç, toplumu kanser gibi sarmış ve Birinci Dünya Savaşı'nda o koskoca gövde tarihe gömülmüştür. Geride kalanlar, o yanlış inancı terk etmemektedirler.
Ayette şöyle buyurulur:
11- "Ardında ve önünde insanoğlunu takip edenler vardır; Allah'ın emriyle onu gözetirler,Bir millet kendinde olanı bozmadıkça Allah onlarda olanı bozmaz. Allah bir millete ceza vermek istedi mi artık onun önüne geçilemez. Zaten onların ondan başka bir koruyucuları da yoktur." (Ra'd 13/11)
MÜRİT- Yönetimde bozulma olduğu doğru
BAYINDIR- Bana göre asıl suç alimlerindir. Onlar, Kur'an'a yöneleceklerine eski alimlerin eserlerine saplanıp kalmışlardır. Eğer Kur'an'ı anlamaya çalışsalardı zorunlu olarak hadisleri de anlarlardı. Çünkü hadisler Kur’an’ın açıklamasıdır. Açıklama ile açıklananı bir arada okumak, konuyu doğru anlamayı sağlar. Eski alimler, ancak o zaman doğru anlaşılır ve eserleri ufuk açıcı olurdu. Yaşadığı çağı Kur'an'a göre yorumlayanlardan örnek, Kur'an'ı o çağa uydurmak isteyenlerden de ibret alınırdı.
Olayları Kur'an'a göre yorumlama zorunluluğunu duyan alim, her türlü yeniliğe açık olur. Bilimsel, teknik ve sosyal gelişmeleri doğru yorumlar. Müslümanlar da bir başka arayış içine girmezler. Ama onlar, Kur'an'a, sünnete ve çevresine kapalı, çağın gerisinde bir ilim anlayışı ile kendi intiharlarını hazırlamışlardır.
Sultan II. Abdulhamid'in bu konu ile ilgili çok acı hatıraları nakledilir.
Japon İmparatorluk ailesine mensup bir Prens, kendisini ziyarete gelir. İmparatorundan özel bir mektup getirir. Ondan İslam dininin muhtevasını, iman esaslarını, gayesini, felsefesini, ibadet kaidelerini açıklayacak güçte dînî-ilmî bir heyet ister. Sultan, Japonya'da İslam'ın yayılması için maddi sahada mümkün olan her şeyi yapar ama İmparator'un istediği dinî-ilmî heyeti gönderemez. O, Sultan'ın içinde hicran olmuş bir hatıradır. Bunun sebebini şu cümlelerle ifade eder:
"Düşündüm ki, Japon İmparatoru'nun istediği müslüman din âlimleri kendi ülkemizde olsa ve onları ben bulabilseydim Japonlardan evvel kendi milletimin ve halife olarak İslam âleminin istifadesini temin ederdim..."
Sultan'a göre o alimlerin ilmî kudretleri kadar dünyayı algılama tarzları da İslam'ın geleceği üzerinde bu kadar büyük etki yapacak bir konuyu ele almaya ve sonuçlandırmaya müsait değildir. O, bunun sebebini şöyle açıklar:
"Japon İmparatorunun istediği müslüman din alimlerini yetiştirecek feyyaz menbâlar artık mevcut değildi. Medreselerimiz birer ilim-irfan kaynağı olmaktan mahrumdu.[2]"
MÜRİT- Öyleyse tarikatlara bu kadar yüklenmek doğru olmaz. Alimlerin Kur'an'dan uzaklaştığı bir yerde tarikat mensuplarının yanlışları görmezlikten gelinebilir.
BAYINDIR- Allah'ın kabul etmeyeceği bir özrü biz kabul edemeyiz. Çünkü alim ve cahil ayrımı olmadan herkes, Kur'an'a aykırı davranışlarının hesabını Allah'a verecektir. Alimlerin suçu tabii ki, daha ağırdır.
Hurafe, sigara gibidir. Ona alışan, kötülüğünü bilir ama vazgeçemez. Kur'an'dan uzaklaşma alimleri de hurafe tiryakisi yapmış, ve onların, Kur'an'a temelden aykırı nice şeyi normal görmelerine sebep olmuştur. Buna, şu çarpıcı örneği verelim:
Osmanlı Devleti'nin Birinci Dünya Savaşı'na girmesi ile ilgili resmi belgelerde, savaşı kazanmak için Muhammed sallallahu aleyhi ve sellemin yardımcı olacağı vurgulanır. Sanki o, Allah'ın elçisi değildir de hâşâ, Allah'ın yanında ikinci bir tanrıdır. Sanki o, ölmemiştir de diridir. Sanki o, kendine yapılan çağrıları işitir, olayın geçtiği yeri görür, gelir ve istediğine istediği yardımı yapar. Ayrıca sanki o günkü alimlere ve komuta kademesine bu konuda söz vermiştir[3].
Allah Teâlâ bunu en büyük sapıklık sayıyor.
"Allah’ın yakınından kendisine kıyâmet gününe kadar cevap veremeyecek kimseyi çağırandan daha sapık kimdir? Oysaki bunlar onların çağrısının farkında değillerdir.“ (Ahqâf 46/5)
Şimdi belgelerdeki ifadelere bakalım:
a- Sultan Reşat’ın savaş ilanı ile ilgili beyannâmesinin son bölümünde yer alan ifadeler:
"...Hak ve adl bizde zulüm ve udvan düşmanlarımızda olduğundan düşmanlarımızı kahretmek içün Cenab-ı âdil-i mutlakın inâyet-i samadâniyesi ve Peygamber-i zîşânımızın imdâd-ı maneviyesinin bize yâr u yaver olacağında şüphe yoktur...[4]"
Bu ifadeyi şöyle sadeleştirebiliriz:
"Biz haklı ve dürüst, düşmanlarımız ise zalim ve saldırgan olduğundan düşmanlarımızı yere sermek için adaleti şaşmaz olan Allah'ın yüce desteğinin ve şanlı Peygamberimizin manevi yardımının bize yar ve yardımcı olacağında şüphe yoktur..."
b- Başkumandan vekili[5] Enver Paşanın beyannamesi şu ifadelerle başlar:
"Allah'ın inayeti, Peygamberimizin imdâd-ı ruhâniyesi ve mübarek Padişahımızın hayır duasıyla ordumuz düşmanlarımızı kahredecektir."
Beyannâme'nin orta yerinde şu ifadeler vardır:
"...Hepimiz düşünmeliyiz ki, başımızın ucunda peygamberimizin ve sahabe-i güzîn efendilerimizin ruhları uçuyor...[6]"
Bu ifadeler şöyle sadeleştirilebilir:
"Allah'ın desteği, Peygamberimizin ruhânî yardımı ve mübarek Padişahımızın hayır duasıyla ordumuz düşmanlarımızı yere serecektir..."
"...Hepimiz düşünmeliyiz ki, başımızın ucunda Peygamberimizin ve onun seçkin arkadaşlarının ruhları uçuyor..."
c- İslam ülkelerini cihada davet beyannamesi:
Bu beyannameyi Meclis-i Ali-i İlmî (Yüksek İlim Kurulu) hazırlamış, halife sıfatıyla Sultan Reşat imzalamıştır. Beyannamede en üst seviyeden 34 alimin imzası da vardır. Bunların arasında üçü eski, birisi görevde olmak üzere dört şeyhülislam ve Fetva Emini Ali Haydar Efendi de yer alır.
Beyannamenin dördüncü paragrafı şu ifadelerle bitmektedir:
"... Dîn-i mübîn-i ilâhîsi namına cihada şitâbân olan müslimîni her bir hususta mazhar-ı fevz ve nusret buyuracağı inâyet ve eltâf-ı celîle-i samâdânîden mev'ûd ve şeriat-ı garrây-ı Ahmediyenin i'lây-ı şânı içün fedây-ı cân ve mal eyleyen ümmet-i nâciyesine zahîr ve destgîr olmak içün ruhâniyet-i mukaddese-i nebeviyye hazır ve mevcuddur."
Beyannâme'nin son paragrafı da şöyledir:
" Ey mücâhidîn-i İslâm Cenab-ı Hakk'ın nusret ve inâyeti ve Nebiyy-i muhteremimizin meded-i ruhâniyetiyle a'dây-ı dîni kahr ve tedmîr ve kulûb-i müslimîni sermedî seâdetlerle tesrîr eylemeniz va'd-ı celîl-i İlâhî ile müeyyed ve mübeşşerdir[7]."
Bu ifadeleri şu şekilde sadeleştirebiliriz:
"Allah'ın açık dini adına hızla savaşa çıkan Müslümanları her konuda başarılı kılıp yardım edeceğine onun yüce lütuflarıyla söz verilmiştir. Hz. Ahmed'in[8] aydınlık şeriatını yüceltmek için canını ve malını feda eden ümmet-i nâciyesine[9] arka çıkıp elinden tutmak için Hz. Peygamberin mukaddes ruhu hazır ve mevcuttur..."
"... Ey İslam mücahitleri! Allah Teâlâ'nın yardımı ve desteği, muhterem Peygamberimizin ruhaniyetinin yardımı ile din düşmanlarını yere serip yok etmeniz ve Müslümanların kalplerini sonsuz mutluluklarla sevindirmeniz Yüce Allah'ın verdiği söz ile teyit edilmiş ve müjdelenmiştir."
MÜRİT- Müslümanlar kafirlere karşı cihada çıkıyorlar. Bu, Hz. Peygamberi memnun edecek bir davranıştır. Elbette o, ruhaniyetiyle Müslümanlara yardım edecektir. Onun seçkin sahabelerinin ruhlarının Müslümanların başları ucunda uçması da yadırganamaz. Çünkü bu savaşta sahabeler de yer almak isterler.
BAYINDIR- Eğer Hz. Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem ve onun seçkin arkadaşları hayatta olsaydı elbette bundan çok memnun olur ve Müslümanların başarısı için ellerinden gelen her şeyi yaparlardı. Ama artık onlar ölmüşlerdir. Bizim yapmamız gereken, kendi hayallerimize değil, Hz. Muhammed'in getirdiği Kur'an'a uymaktır. Allah Teâlâ kendinden başkasının yardıma çağrılmasını Kur'an'da şirk saymış ve kesinkes yasaklamıştır. O şöyle diyor:
ذَلِكَ بِأَنَّ اللَّهَ هُوَ الْحَقُّ وَأَنَّ مَا يَدْعُونَ مِنْ دُونِهِ هُوَ الْبَاطِلُ وَأَنَّ اللَّهَ هُوَ الْعَلِيُّ الْكَبِيرُ (62)
62-İşte böyle. Kuşkusuz Allah haktır ve ondan başkasını çağırmanız ise batıldır. (Hac 22/62)
Zaten Allah'tan başka yardıma çağrılan kim olursa olsun onun hiçbir şeye gücü yetmez.
Allahü taala şöyle buyurur:
يُولِجُ اللَّيْلَ فِي النَّهَارِ وَيُولِجُ النَّهَارَ فِي اللَّيْلِ وَسَخَّرَ الشَّمْسَ وَالْقَمَرَ كُلٌّ يَجْرِي لِأَجَلٍ مُسَمًّى ذَلِكُمْ اللَّهُ رَبُّكُمْ لَهُ الْمُلْكُ وَالَّذِينَ تَدْعُونَ مِنْ دُونِهِ مَا يَمْلِكُونَ مِنْ قِطْمِيرٍ (13)
إِنْ تَدْعُوهُمْ لَا يَسْمَعُوا دُعَاءَكُمْ وَلَوْ سَمِعُوا مَا اسْتَجَابُوا لَكُمْ وَيَوْمَ الْقِيَامَةِ يَكْفُرُونَ بِشِرْكِكُمْ وَلَا يُنَبِّئُكَ مِثْلُ خَبِيرٍ (14)
13- Allah, geceyi gündüzün içine sokar, gündüzü de gecenin içine sokar; güneş ve ayı emri altına almıştır. Her biri belirtilmiş bir süreye kadar akıp gider. İşte (bütün bunları yapan) Rabbiniz Allah'tır. Mülk O'nundur,İşte Rabbiniz olan Allah, hakimiyet onundur. Ondan başka çağırdıklarınız bir çekirdek zarına bile hükmedemezler.
14- Onları çağırsanız, çağrınızı işitmezler; işitmiş olsalar bile size karşılık veremezler; kıyâmet günü de sizin ortak koşmanızı tanımazlar. Hiç kimse sana, her şeyi bilen Allah gibi, haber vermez. (Fatır 35/13-14)
Allah'tan başkasını olağan dışı yollarla yardıma çağırmak şirktir. Allah böylelerine yardım etmez.
“İnananlar ve imanlarını şirkle[10] bulandırmayanlar var ya işte güven onların hakkıdır; doğru yolu tutturanlar da onlardır.” (En’am 6/82)