4. Modernist Yaklaşım
Bu yeni okuma biçimi de, bilimsel yaklaşımda olduğu gibi, Batının siyasi, ekonomik, askerî ve teknolojik başarılarıyla dünyayı etkisi altına almasıyla başlamıştır. Malik bin Nebi, bu modernist akım için şu tespiti yapar: "... Ama o (Avrupa), 'yerli' okulları dediği okullar açtı. Bu okullar, onun sömürge halkına bakış açısıyla müfredat bakımından uygun düşüyordu. İşte bu okullar, İslam dünyasındaki modernist hareketin motoru olmuştur."23 Bu akım içindeki şâhısların hepsi aynı noktadan hareket etmemiş olmakla beraber, ortak paydalarını hayli fazla olduğu söylenebilir. Öne çıkan bazı temsilcileri:
Seyyid Ahmed Han [1817-1898]
1859'dan vefatına kadar, öncelikle Hindistan'daki Müslümanların eğitim problemleriyle ilgilendi. 1868 yılında Batılı bir hayat tarzını benimsedi; İngiliz görevlilerle düzenli ilişkiler geliştirdi.24 Seyyid Ahmed Han, 1869-1870 yıllarında "Hindistan'ın iyileştirilmesi ve ilerlemesi için Batı kültürünü incelemek" üzere İngiltere'ye yaptığı seyahatte, Cambridge'i ziyaret etti ve Hindistan'da kurmayı düşündüğü eğitim kuruluşunun modeli olarak, bu üniversitenin yapısını, idaresini ve maketini inceledi.25
1874 yılında Aligarh'daki Anglo-Muhammedan Oriental Colloge [Aligarh Koleji]'i somut bir biçim kazandı. 1878'de tamamen açılmış oldu.26 Okulun amacı, hümanizmi geliştirmek, düşünceleri liberalleştirme, bilimsel bir dünya görüşü ve siyasete pragmatik bir bakış açısı getirmekti.27
Seyyid Ahmed Han, Kur'an'ın içerdiği hakîkatin her çağın ruhuyla doğrulanabileceğine dair kesin inancıyla, kendisini Kur'an araştırmasına verdi. Bunun sonucu olarak ilk on yedi sûreyi ihtiva eden altı ciltlik Kur'an tefsiri meydana geldi. Bu sebeple eserin ilk kısmının yayınlandığı 1880 yılı, haklı olarak modern Kur'an tefsirinin kesin başlangıç tarihi olarak alınabilir.28
Kendi tefsir yöntemi için on beş ilkeye dayanan bir taslak hazırlar. Bu on beş ilkeden çıkarılacak olan vahy ve tabiat kanunlarının özdeş olduğudur.29 "Tabiat" kavramı Seyyid Ahmed Han tarafından 19. yüzyıl bilim adamlarının yorumladıkları biçimde, yani "mekanik ve fiziğin belirli kurallarına itaat eden ve içerisinde herhangi bir istisnanın olamayacağı bir davranış tek biçimliliği tarafından değişmez surette karakterize edilen, evrenin kapalı bir sistemi olarak" anlaşılmıştır.30 Darwinci evrimcilikle, İslami yaratılış arasında karşılaştırmalar yapar ve uzlaştırmaya çalışır.31
Diğer bazı görüşleri ise; "... Melekler, insandaki sezgisel biliş, sudaki akışkanlık ve taştaki katılık gibi, yaratılmış nesnelerin 'hususiyetleri'dir. Kur'an'i terminolojide melek kavramının ikincil anlamı insanı kötülükleri ortadan kaldırma mücadelesinde cesaretlendiren ilahi moral bir destektir. Şeytan yoldan çıkmış bir melek olarak, metaforik bir biçimde Kur'an'da ateşin yaratığı olarak zikredilmiştir. Bu insanın kötü tabiatına işaret eder."32
Muhammed İnâyetullah (el-Meşrıqî)
Pencab ve Cambridge üniversitelerinde matematik ve doğu dilleri tahsil etmiştir. 1931'de Hâksar adlı bir hareket başlatır. El-Meşrıqî'nin bu hareketi Hitler'in yarı askeri teşkilatıyla ilişkilendirilir. Ancak o, kendisinin Hitler'i etkilediğini söyler ve Hâksar hareketinden etkilenerek, Hitler'in kendi hareketini başlattığını iddia eder.33
"Milletinin geri kalmışlığı, kayıtsızlığı ve geçmişi bol idealizasyonlarıyla derinden el-Meşrıqî'nin, faşist rejimlerin enerjisi ve elde ettikleri hızlı sonuçlarla gözleri kamaştı. Böyle şaşırtıcı bir uyanış Hindistan'ı kurtarabilirdi."34
Hâksar mücadelesini başlatmadan önce el Meşrıqî, Müdessir 74/54 ayetinden çıkardığı bu hareketin prensiplerini Tezkire adlı eserinde ortaya koyar. Bu kitap, aksiyonun ve bir millet oluşturmanın ağır programını önceden ortaya koymaktadır. Necm 53/39-40'a dayanılarak "kişi ancak çalıştığının karşılığını görecektir" ayeti, tevhidin en temel prensibi olarak telâffuz edilmiştir.35
El-Meşrıqî, Hadîsu'l-Kur'an adlı eserinde ise, insanlığın tekâmülü ve bir araya getirilmesi için Kur'an'ın bilime atfettiği yüksek değeri ortaya koymaya çalışır.36 el-Meşrıqî, peygamberin farklı bir fonksiyonunun da bilim adamlığı görevi olduğu kanaatindedir. Bu özelliğiyle o aynı zamanda Allah'ın sözüne, yani koyduğu evrensel kanunlara da aşina olacaktır. Daha genel olarak ifade etmek gerekirse çağdaş araştırıcı geçmiş bir peygamberin halefi olarak çalışır ve onu yerini alır.37 Neml 27/18 ayetini yorumlarken, burada konuşan karıncanın Süleyman (a)'ın ordugâhına bakteri yaymakla görevli böcekleri temsil ettiği varsayılır.38 Oldukça garip bir cennet telakkisi vardır.39
Gulam Ahmed Perviz
1903'de doğan Perviz, Pencab Üniversitesi mezunudur ve Doğu dilleri üzerine çalışmıştır. Tulû İslam araştırma merkezinde, modern düşüncenin ışığında Kur'an'ı anlamaya çalışmış, Kur'an'ın tefsirinde hadislerin bir değer taşımadığını iddia ederek şimşekleri üzerine çekmiştir.40 Perviz, Kur'an'ın sûre ve ayetlerini modern terimlerle açıklama üzerine bütünüyle yeni ve fantastik bir lexique technique [tefsir biçimi] inşa etmiştir.41
Neml 27/17-20 arası ayetleri yorumlarken, "Tayr [kuşlar]la ya savaş maksadıyla kullanılan bir tür güvercin veya (mecâzi olarak) çok süratli atlar (yani süvari bölüğü) ya da Tayr (adlı) bir kabile kastedilmiş olmalıdır."42 İsrâ 17/1'in yorumunda da bunun, Peygamberin Mekke'den Medine'ye yaptığı gece hicreti olduğu iddiasındadır.43
Bu akım içerisinde, Muhammed Ahmed Halefullah, Ahmeduddîn, Muhammed Cafer Şah Pulvervî, Muhammed Ebû Zeyd ve Muhammed Davud Rehber gibi müellifler de zikredilebilir.
Zaafları
İslam'ı, verili dünyanın ruhu ve şartlarıyla uzlaştırma teşebbüsü olması hasebiyle, savunmacı ve özür dileyici bir dile sahiptir.
Batının siyasi, ekonomik, askeri ve teknolojik gücü ve hayat tarzından oldukça etkilenmiştir. Batının bu verili durumunun arkasında yatan faktörleri (sömürgecilik gibi) yeterince kavrayamamaları, siyasi basiretsizliğe yol açmıştır.
Tek tek ele alındığında bazı olgu ve olaylara dair yaptıkları açıklamalar ve çözüm önerileri yerinde tespitler içermekle beraber, bütüncül bir bakış açısıyla değerlendirildiğinde, sadra şifa olacak önerileri yoktur.
Batı'nın kendi tarihi tecrübesinde işlev görmüş bazı yöntem ve teknikleri sahip oldukları ideolojik arka planı göz ardı ederek dini metinlere uygulamaları, İslam'ın ibadet esaslarını keyfi yorumlamalarına sebep olmuştur.44
Tümünde aynı yaklaşım olmamakla beraber, sosyal ve ahlâkî meseleler üzerinde yoğunlaşmaları, dinî salt bir ahlâk nazariyesi şeklinde görme eğilimini doğurmuştur.
Müslümanların tüm çıkmazlarına rağmen, tarihi birikimlerini makul bir tenkit eşliğinde, tahlil ve tahkik etmek yerine, öfke ve nefretin hakim olduğu (istisnaları olmakla beraber) bir anlayışla değerlendirdiklerini söylemek mümkündür.
"... Demek ki, modernist hareket, ruhi dengesini yitirmiş bir toplumun el yordamıyla tutunmasından başka bir şey değildir. Her şeyden önce bu hareketin dayandığı bilgi temeli, sömürge okullarında edinilmiş boş unsurlara sahip bilgilerden oluşmuştur..."45
--------------------------
DIPNOTLAR
DEVAMI>>>
23- Malik bin Nebi, İslam Davası, Yöneliş Yayınları, İstanbul, 1990, s. 59. Bu okula örnek olarak Aligarh Koleji'ni gösterir. s. 43.
24- Aziz Ahmed, Hindistan ve Pakistan'da Modernizm ve İslam, Yöneliş Yayınları, İstanbul, 1990, s. 42.
25- A.g.e., 45-46.
26- A.g.e., 48.
27- A.g.e., 48.
28- Baljon, a.g.e., s. 16-17.
29- Aziz Ahmed, a.g.e., s. 54-55.
30- A.g.e., s. 56.
31- A.g.e., s. 57.
32- A.g.e., s. 59.
33- Baljon, a.g.e., s. 24-25.
34- A.g.e., s. 25-26.
35- A.g.e., s. 26.
36- A.g.e., s. 26.
37- A.g.e., s. 96.
38- A.g.e., s. 96.
39- A.g.e., s. 126.
40- A.g.e., s. 27.
41- Aziz Ahmed, a.g.e., s. 277.
42- Baljon, a.g.e., s. 39.
43- A.g.e., s. 53.
44- A.g.e., s. 100-105, 116-117, 127, (özellikle namaz ile ilgili görüşleri).
45- Malik bin Nebi, İslam Davası, s. 60.